Thumbnail
  • 15.10.2024

Bu ay Sakarya iline bağlı turistik bir belde olan Sapanca’dayım. Aslında Sapanca denildiği zaman akla ilk gelen Sapanca Gölü oluyor. Gerçekten de Sapanca beldesinden daha ünlü olan, Sapanca Gölü’dür.

Tarihine bakacak olursak, ilk kez Frigyalılar tarafından İ.Ö. 1200 yılında yerleşim yeri olarak kullanılmaya başlanmıştır. Ancak asıl kuruluşu İ.S. 378’de Bitinya Krallığı olarak biliniyor. 1075’te Anadolu Selçukluları bu bölgeye gelmiştir. Haçlı Seferlerinin ardından da Bizanslıların idaresine geçmiştir. Osmanlı Dönemi’nde, Padişah II. Mahmut Adapazarı’nı kaza merkezi yapmıştır. Sapanca da buraya nahiye olarak bağlanmıştır. 1957 yılında Sapanca, bucak olarak bağlı olduğu merkez ilçeden ayrılarak ayrı bir ilçe olmuştur.

Sapanca, gerçekten de gölü ve yeşillikleri ile ünlü bir kenttir. İstanbul’a yakın olması sebebiyle kısa tatiller için çok tercih edilen bir belde.

Öncelikle o ünlü Sapanca Gölü’ne değinmek istiyorum. Burası bir tatlı su gölüdür. Gölde turna, yılan, tatlısu gevreği, çapak ve havuz balıkları yaşıyor. Gölün suyu kışın ve ilkbaharda yükseliyor, sonbaharda alçalıyor. En derin yeri 61 metre. Yüzölçümü 47 kilometrekare, havzası 252 kilometrekare. Göl, 5 kilometre genişliğinde ve 15 kilometre uzunluğunda.

Eski Türk kaynaklarında Ayan Gölü olarak anılıyor. Güneyinde bulunan dağlardan inen sellerle besleniyor. Fazla suyunu doğu ucundan Çark Suyu aracılığıyla Sakarya Irmağı’na boşaltıyor. E-5 karayolu gölün kuzey kıyısından, TEM otoyolu ve demiryolu da güney kısmından geçmektedir. Aslında göl, Sakarya’daki tektonik oluşumlar sonucunda meydana gelmiştir. Sörf, yelken ve kürek yarışmaları düzenlenen göl, oldukça turist çekmektedir.

Evliya Çelebi 1640 yılında Sapanca’yı ziyaret etmiş ve şu sözleri söylemiştir: “Sapanca Gölü’nün çevresi 24 mildir. Dört çevresinde kasaba gibi 76 köy vardır. Cümle halkı bu hal için suyundan içtiklerinden yüzlerinin rengi kırmızıdır. Ürünleri çok ise de bağları yoktur. Bahçeleri hadden aşkındır. Bu gölün kenarında bir tür kavun ve karpuz olur ki ancak ikisini bir eşek çekebilir. Gölde bulunan 70 ya da 80 çeşit balıktan avlanıp kar ederler. Alabalığı, sazan ve turna balığı gibi tatlı su balıkları gayet lezzetli olur. Gölün derinliği ekseriyetle 20 kulaçtır. Suyu gayet saf ve berraktır. Kıyısında olan köylerin kadınları elbise yıkadıklarında asla sabun sürmezler.”

Sapanca’da bulunan en önemli tarihi yapılar, Bizans lahitleri ve mezar taşlarıdır. Bunlar Sapanca Hükümet Konağı’nın önünde sergilenmektedir. Ayrıca, Rahime Sultan Camii ve Cedid Camii oldukça ünlüdür. Vecihi Kapısı ise Mimar Sinan’ın eseridir.

Günümüzde Sapanca tam bir turizm beldesi. Ben günübirlik gittiğim bu beldeden ve zengin tarihinden çok etkilendim. Gittiğimde özellikle belirtmek isterim ki kiraz zamanı değildi, ama ünlü ekmeği olan Sabanca dedikleri ekmeğini tatmadan da dönmek istemedim.

Yazımı yine Evliya Çelebi’nin sözleriyle bitirmek istiyorum: “Sapanca’yı görün çünkü burada hem tarihi, hem doğayı, hem de cenneti yaşayacaksınız.” 

“İzmit’ten gelen yaşlı bir adam bölgedeki ormanları ve çalılıkları temizleyip toprağı sürmüş, bunun sonucunda ‘Sabancı Koca’ adında bir köy kurulmuştur. Köy zamanla gelişerek bir kasabaya dönüşmüş ve Kanuni Sultan Süleyman döneminde resmi bir kasaba olmuştur. Kasaba aynı zamanda meşhur beyaz kirazı ve lezzetini kaybetmeden 40 gün boyunca taze kaldığı söylenen özel bir ekmek olan Sabanca somunu ile de tanınıyordu.” 

1968 © Uçak Teknisyenleri Derneği