Hollandalı ressam Rembrandt beni çok etkileyen ve en beğendiğim ressamların başında gelir. Babası bir değirmenci olan Rembrandt, Amsterdam’da uzun yıllar yaşamıştır. Yaptığı resimler gerçeği yansıtırken somut ifadeler de eserlerinde yer alır. Bu da onun rasyonel bir bakış açısı ile resimlerini yaptığını gözler önüne serer. Hollandalılar onu o kadar çok seviyorlar ki Amsterdam’da bir de müzesi bulunuyor.

 width=

Rembrant’ın beni çok etkileyen bir sözü var: ‘Düşünmediğim zaman yaşamadığım zamandır’ der. Gerçekten de bu kez Hollanda’ya doğru yola çıkarken Rembrant’ı düşünerek hayatı yaşamaya çalışıyordum.

Amsterdam benim en sevdiğim kuzey kentlerinden biridir. Aynı zamanda Hollanda’nın da başkenti olan şehir bir finans, kültür, sanat ve turizm merkezi durumundadır. Nedense bu aralar yolum hep liman kentlerine düşüyor. Gerçekten de evleri ile kanalları ve köprüleri ile ünlü olan bu kent öylesine dingin, durgun ve sakin ki ister istemez sizi etkisi altına alıyor.

Şehrin tarihi 12. yüzyıla dayanıyor. Amstel ırmağının kıyısında bir balıkçı köyü olarak kurulan şehir günümüzde Avrupa’nın en önemli kentlerinden biri durumunda bulunuyor. Kentin sözcük anlamı Amstel ırmağı üzerinde su bendi demektir. Burada ‘dam ‘ sözcüğü su bendi anlamındadır. Amsteldamme, zamanla Amsterdam olarak anılır olmuş.

Belki çok klasik olacak ama ben öncelikle Amsterdam’daki evlerden, köprülerden, bisikletlerin bolluğundan, lale bahçelerinden, yel değirmenlerinden ve kentin dinginliğinden çok ama çok etkilendim. Avrupa’nın hiçbir kentinde bisiklet bu kadar yaygın olarak kullanılmıyor. Belki bir sıralama yapacak olursak Paris ikinci sırada yer alabilir.

Amsterdam’ın kalbi, ruhu ‘Dam meydanında’ atıyor. O kadar geniş bir yer ki özellikle kutlamaların, konserlerin yapıldığı bir yer olarak biliniyor. Etrafı mimari eserler, dükkânlar, kafeler ve müzelerle (özellikle Madamme Tousseaut=bal mumu müzesi) çevrili bir meydan.

Gelelim o güzelim Hollanda evlerine... Sanki kendinizi bir anda Hansel ve Gratel Masalının kahramanı gibi hissetmenize neden olacak bu evler gerçekten de herkesi büyüleyecek kadar güzel, fantastik ve masalsı. İnanın seyretmeye doyamıyorsunuz. Amsterdam bir yandan da bir müzeler kenti.

 

Sayıyorum:

-Rijksmuseum, Rembrand’ın eserlerinin sergilendiği ve toplam 8.000 eseri içinde barındıran bir müze, -Van Gogh Museum, -Staddelijk Museum: Modern sanat Müzesi, -Diamond Museum: Pırlantanın öyküsünün anlatıldığı müze, -Madame Tussauds: Ünlülerin balmumu heykellerinin sergilendiği müze... Toplam 53 müze olduğu söylenen Amsterdam’da bir de Lale Müzesi olduğunu son anda öğrendim.

Amsterdam öyle etkileyici, öyle dingin öyle güzel ki tam da bir kuzeyli kenti. Asil ve dik duruşunu hiç bozmayan ama daha kente adım atar atmaz sizi hemen sarıp sarmalayan bir kent burası. Ya da başka bir deyişle kuzeyin Venedik’i. Uyuşturucunun ’serbestçe’ satıldığı kente özgürlükler kenti denmesi bundanmış.

Hollandalıların kullandığı bir söz var, diyorlar ki; ‘Tanrı dünyayı, Hollandalılar ise Hollanda’yı yarattı.’ Şehirde bilinildiği gibi çok kanal ve köprü var. Her ne kadar kanal ve köprü sayısı en fazla olan Avrupa kenti Hamburg ise de bunu ikinci sırada Venedik izliyor.

Ve yazının sonu.. Ne bisiklete bindim, ne de kanal turu yaptım. Sadece Amsterdam’ı dolaştım. Müzeleri ile Dom Meydanı ile ben bu kenti hep çok sevdim. Dom Meydanından tren istasyonuna yürüyerek Amsterdam’dan Frankfurt’a döneceğim treni beklemeye başladım. Düşündüm de Amsterdam’a ayırdığım 2 gün çok azmış. Beni dinlerseniz en az 5 gününüzü bu kente ayırın. Burada yapacak o kadar çok şey var ki. Özgürlüğün, dinginliğin ve yaşamın tadını bu kentte çıkartın.

1968 © Uçak Teknisyenleri Derneği