Thumbnail
  • 12.11.2019

Bizans tarzı duvarları, Selçuklu kapısı ve İslami mimariye uygun at nalı şeklindeki kemerli pencereleriyle Doğu’nun Batı ile buluşmasının bir simgesi olan Sirkeci Garı, içinde barındırdığı yüzyılı aşkın anılarla geçmişten izler saklıyor.

 

Kavuşmalar, ayrılıklar, sevinçler ve bazen de gözyaşları. Bir gar binasında insan neden bunları düşünür ki demeyin. Çünkü tarihle iç içe olan bu mekân bana bu duygulanımları anımsattı da ondan. Sirkeci Garı, 11 Şubat 1888’de temeli atılmış ve 3 Kasım 1890 yılında da hizmete açılmış olan bir görkemli bina.

 

Evet, İstanbul TCDD Sirkeci garındayım bu ay. Burası için şu sözcük kullanılır: İstanbul’un Avrupa’ya açılan kapısı. Binanın mimarı Alman A. Jasmund. Jasmund, daha çok doğu mimarisi uzmanıdır. Aynı zamanda mühendistir de. Sultan İkinci Abdülhamid’in güvenini kazanmış ve sarayın danışman mimarı olmuştur. Jasmund, binanın projesini hazırlarken şunu göz önüne almıştır: Bina doğu ve batının birleştiği bir noktada olduğu için orientalist bir üslup kullanılmalıdır. O nedenle binanın cephesi tuğla bantlarla döşenmiştir. Binanın kaidesi granit, cephesi mermer ve Marsilya’dan getirilmiş taşlarla kaplanmıştı. Gar ilk yapıldığı zaman deniz binanın eteklerine kadar geliyordu.

 

Sirkeci Garı, sıralı taş ve tuğla örülü Bizans tarzı duvarları, Selçuklu kapısı ve İslami mimariye uygun at nalı şeklindeki kemerli pencerelere sahip şık bir bina. Ön cephesinde de iki adet saat kulesi bulunuyor. En az gar kadar ünlü olan ‘Gar Lokantası’, özellikle 1950 ve 1960’lı yıllarda ünlü yazarların buluşma yeri olmuştur.

 

Yedikule semtinde yapımına başlanan demiryolu Yenikapı’ya geldiği zaman hattın, Sarayburnu’na kadar uzanan, Topkapı Sarayı’nın bahçesinden geçmesi bir sorun yarattı. Abdülaziz’in izni ile hat Sirkeci’ye ulaştı. Ancak 1869’da 2000 kilometrelik ‘Şark Demiryolları’nın milli sınırlar içinde kalan 337 kilometrelik İstanbul-Edirne ve Kırklareli-Alpullu kesimi, 1888’de bitirilerek işletmeye açılması ile İstanbul, ‘Avrupa Demiryolları’na bağlanmıştır.

 

Sirkeci Garı derken, bir de gar ile özdeşleşmiş ve filmlere konu olmuş bir ‘Orient Expres’i vardır. Kısaca onun öyküsüne de değinmek isterim. Fransız Demiryolu işletmesi olan ‘Vagon-li’ şirketine ait olan Şark Ekspresi ya da ‘Orient Expres’, 1883 yılında Paris’ten ilk seferine başlamıştır. Bu ilk sefere Fransız, Alman, Avusturyalı ve Osmanlı diplomat ve memurlar katılmıştır. The Times gazetesi muhabiri ve yazar Edmund About da bu ilk sefere katılanlar arasındadır. About, bu geziye ilişkin anılarını 1884 yılında bir kitapta toplamıştır.

 

1919 yılında yeniden seferlere başlayan Orient Expres’in adı değişmiş ve ‘Simplon Orient Expres’ denilmiştir. Yani 1905 yılında açılan Simplon Tüneli’nin adı verilmiştir. Şark Ekspresi’nin rotası şöyle idi: Paris-Lozan-Milano-Venedik üzerinden 58 saatte İstanbul’a geliyordu. Ünlü yazar Agatha Christie’nin ünlü ‘Şark Ekspresi’nde Cinayet’ adlı romanı da Şark Ekspresi’nin ününü ve gizemini ortaya koyuyordu.

 

Son seferini 27 Mayıs 1977’de yapan Şark Ekspresi’nin vagonları Monte Carlo’da satılmıştır. Şark Ekspresi’nin 100’üncü yılı nedeni ile 1983 yılında özel bir kuruluş, sefer düzenlemiştir. Bu sefere dünyanın çeşitli yerlerinden gelen 100 ünlü kişi katılmıştır.

 

Diyorum ya, yaşanmışlıklar, hatıralar ve koskoca bir tarih canlandı diye, çok etkilendim. Üstelik bir binanın onca hatıranın ağırlığından oldukça yorgun düştüğünü de gözlemledim. Ama her şeye rağmen hala güzel ama çok yorgun bir bina idi burası.

 

Sirkeci garı özellikle İstanbullular için çok şey ifade ediyor. Anılarınızı canlandırmak için bir uğrayın derim. Belki sizler de benim gibi geçmişten izler bulursunuz. Yazımı şair Süleyman Ergül’ün şu dizeleri ile sonlandırıyorum:

 

“Sirkeci Gar’ındayım

Aklım çok gerilerde

Gar sessiz kimseler yok

Hüzün çökmüş raylara

Bir tarih yenik düşmüş

Şimdi modern çağlara”

1968 © Uçak Teknisyenleri Derneği