Dünya çok hızlı değişiyor. Sadece 15-20 yıl önce dünya da Türkiye de çok farklıydı. Bu fark o kadar fazla ki o günlere “eski dünya” günümüze de “yeni dünya” dersek hata etmiş olmayız. Bugünün ana ve babaları işte o çok farklı eski dünyada doğdular. Yeni dünyanın çocukları, bu eski dünyalıları anlamakta zorluk çekiyorlar. Ana ve babalar eski dünyayı gördüler ve yeni dünyada yaşıyorlar. Çocuklar ise eski dünyayı pek tanımıyorlar. Biraz da olsa tanıtmaya çalışalım.

 

Elektrik medeniyettir

Birkaç yıl önce yayınlanan ilginç bir dizi vardı, Revolution… Elektriğin olmadığı ve hiçbir elektronik aletin çalışmadığı yakın bir gelecekte yaşananları anlatıyordu. Korkunç bir karmaşanın hüküm sürdüğü bu dünyada, devletler çökmüş, bölgesel baskıcı ve mafyatik yönetimler kurulmuştu. Dizide, bu baskıcı yönetimlerin altında yaşayan topluluklar tasvir ediliyor, insanlığın bu büyük dramını bitirmenin tek yolu olan elektriğin tekrar kullanıldığı bir dünya için savaşan insanların hikâyesi anlatılıyordu. Kısacası elektriğin aydınlatma amacıyla ilk kullanılmaya başladığı yıllarda gazetelerde bol bol yazıldığı gibi elektrik ile medeniyet arasında doğrudan bir ilişki kurulmuştu…

Tabii bu tip her film ve dizide olduğu gibi durum biraz abartılmıştı. Dizide, elektriğin olmadığı bir dünyada bildiğimiz medeniyetin sona ereceği, korkunç bir anarşi ortamının hüküm süreceği, neredeyse taş devrine dönüleceği öngörüleri yapılıyordu. Oysa insanlık elektriği oldukça yakın bir dönemde kullanmaya başlamış ve bundan önce de koca koca medeniyetler kurmuştur.

 

Elektrik hayatımıza yeni girdi

Elektrik teorik olarak Antik Yunan’dan beri biliniyor olsa da pratik olarak ilk kullanımının üzerinden iki asır bile geçmedi. Michael Faraday elektrik motorunu 1821’de keşfetti. Thomas Edison ise elektrik ampulünü 1879’da… Tüm bu buluşların yaygın kullanımı için ise 20. yüzyılın başlaması gerekecekti. Tabii bu yaygın kullanım uzun süre ABD ve Avrupa’nın sanayileşmiş ülkeleriyle sınırlı kalacaktı. Yani Osmanlı İmparatorluğu, Rus İmparatorluğu, Çin İmparatorluğu ve Avusturya Macaristan İmparatorluğu elektrikle ömürlerinin son deminde tanışmıştı. Sümer, Mısır, Yunan, Pers ve Roma gibi tarihin en önemli uygarlıkları ise elektriği hiç kullanmamışlardı.

20.yüzyıl boyunca elektrik dünya çapında giderek yaygınlaşsa da bugün bile bazı bölgelerde elektrik enerjisi ile tanışmayan insanlar yaşıyor.

 

30 yıl önce 40 bin köyün çoğu elektriksizdi

Türkiye’de de elektrik 20. yüzyılda yaygınlaştı. 1902’de Tarsus’un sokaklarını aydınlatan elektrik, zamanla yaygınlaştı ama yeterince ve hızla değil… 1970’lerde Türkiye’nin herhangi bir köyünde doğmuş bir çocuk elektrik ışığını uzun süre göremeyecekti, çünkü toplamı kırk bini bulan köylerin birçoğunda elektrik yoktu. Elektrik, Türkiye’deki köylerin tamamına 20-25 yıl önce ulaştı. 1980’li yılların iz bırakan Başbakanı Turgut Özal’ın en büyük vaadi “Türkiye’nin tüm köylerine elektrik götürmek”ti… Elektriğin olduğu şehir ve kasabalarda ise sürekli kesintiler yaşanıyordu. Periyodik kesintilerin yanında gerçekleşen arıza kaynaklı kesintiler dolayısıyla birçok merkez günde birkaç saat elektrik alabiliyordu. O yıllarda barajların veya termik santrallerin ürettiği elektrik herhangi bir nedenle kesilirse, eskiden kalmış jeneratörler, sokakların ve bazı kamu binalarının aydınlatılmasında kullanılıyordu.

Yani bugünün gençlerinin ana babaları elektriğin olmadığı veya yetersiz olduğu bir dünyada yaşıyorlardı. Peki, elektriğin olmadığı bir dünyada hayat nasıldı?

 


Kasabaları aydınlatan jeneratörlerin bir benzeri Robert Kolej 1920’ler…

 

Cereyan kesildi…

1970’lerin ortasına kadar birçok kasaba elektrik enerjisini jeneratörler aracılığıyla karşılıyordu. Özellikle gecenin sessizliğinde kasabanın her tarafından duyulan bir motor uğultusu sayesinde sokaklar ve evler aydınlanıyordu. Bu jeneratörler 24 saat boyunca çalıştırılmıyor, hava karardıktan sonra çalıştırılıp, herkesin uyku saati sayılan gece yarısı durduruluyordu. Bu durumda elektrik enerjisine ihtiyaç duyan iş kolları, örneğin tamirciler ve tornacıların mesai saatleri geceye sarkıyordu.


Elektriksiz dünyanın buzdolabı: Tel dolap…

 

Sadece belirli saatlerde verilen elektrik enerjisi ise buzdolabı gibi araçların kullanımını kısıtlıyordu. Buzdolabı yerine evin en serin yerine yerleştirilen tel dolaplar vardı. Tel dolap ya da telli dolap, içine sinek, böcek ve fare gibi hayvanların girişini engelleyen ama hava girmesine izin veren dolaplardı. Her evde büyüklü küçüklü en az bir tane bulunurdu. Tabii besinlerin kullanım ömürleri çok kısaydı. Bakliyat ve patates gibi ürünler dışında hemen her ürün günlüktü. Süt, balık, et, ekmek, yoğurt gibi ürünler alındıktan hemen sonra tüketilir, kullanılmazlarsa bozulurdu.

Elektrik kesintileri o kadar sıradandı ve hayatımıza girmişti ki şarkısı bile vardı: Gülünüz Güldürünüz adlı yarışmayla ünlenen sanatçı Gafur Uzuner’den dinlemek isterseniz: https://www.youtube.com/ watch?v=tTjJti7Ry0k

 

Sokak lambası edebiyatı

Ana babalarınızın doğduğu çağlarda bir sokak lambası edebiyatı vardı. Bu edebiyat, sık sık kesilen elektriklerden ilham alarak “akşam elektrikler kesildi çalışamadım hocam” mazeretini bol kullanan haylazları uyarmak için öğretmenlerin elindeki en büyük kozdu. Nedense tüm öğretmenlerimiz evlerinde elektrik olmadığı ve gaz alamayacak kadar da yoksul oldukları için sokak lambası altında ders çalışmak zorunda kalmışlardı. Hemen bu eski günleri hatırlatır, hatta kafamıza kakar ve eklerlerdi: “Kimin evinde gaz lambası yok, mum yok? Ki bu bile mazeret sayılmaz. Çıkın bizim gibi sokak lambası altında yapın ödevlerinizi…” Az önce de söylediğim gibi elektrik kesintisi olsa bile sokak lambaları genellikle çalışırdı.

 

Radyo tiyatrosu için saat 21:00’de herkes başında toplanırdı.

 

Saat 21:00’de Radyo Tiyatrosu

Televizyondan önce evlerin en büyük eğlencesi, saltanatı pek de uzun sürmeyen radyolardı. Özellikle saat 21:00 ile 22:00 saatleri arasında kesintisiz bir saat süren radyo tiyatrosu heyecanla beklenir, ilgiyle dinlenirdi. Hele elektriklerin kesik olduğu akşamlar, mum veya lambanın titrek ışığı, sobanın kapağından sızan alevlerin ışığıyla birleşir, sıradan eşyaların masalsı gölgelerinin duvardaki oynaşmaları hayallerimizi ateşlerdi. Radyo tiyatrolarının birçok bölümünü Youtube TRT kanalında bulabilirsiniz.

 

Kardan yapılan dondurma

Peki, elektriğin ve buzdolabının olmadığı bir yerde sıcak yaz günlerinde nasıl serinlenirdi? Tabii ki elektrik öncesi de serinlemenin bir yolu vardı. Örneğin dondurmanın birkaç bin yıllık tarihinin sadece son dönemi elektriğe bağımlı. Dondurmalar kış aylarında dağların zirvelerinden toplanan karların kar kuyularında saklanarak yaz aylarında kullanılmasıyla yapılıyordu. Kar derin kurulara tepilerek ve tabakalar halinde dolduruluyor, tabaka aralarına da genellikle saman ya da talaş konuyordu. Yaz aylarında da üstten başlayarak her tabakadaki buzlaşmış kar dondurma yapımı ve korunması için kullanılıyordu. Tabii bugün bu kar kuyularından eser yok. Kalan sadece birkaç adresteki “Kar Kuyusu Sokağı”. Merak edenler bir Google araması yapıp, Mecidiyeköy’ün orta yerindeki kar kuyusunun izini sürebilirler.

 

Bilgisayar bile yoktu

Evet, ana babalarınızı anlamaya çalışın. Onların doğduğu dünyada bırakın bugün ellerinden düşürmedikleri akıllı telefonları, bilgisayar bile yaygınlaşmamıştı. 1970’ler ve öncesinde doğanlar eve gelen ilk televizyonu bile hatırlayabilirler. Ütüler kömürle çalışıyor, çamaşır plastik leğenlerde elle yıkanıyor, ocaklar en iyi ihtimalle tüp gaz ile yanıyor, ev telefonu için sıraya giriliyor ve ortalama 10 yıl bağlanması bekleniyordu.

Üstelik yoklar listesindekilerden sadece biriydi elektrik…

1968 © Uçak Teknisyenleri Derneği