Ufkumuz nereye kadar gidebilir? İdrak haznemizi bir büyüklüğe; mesela standart bir tenis topu kadar bilince benzetirsek, bir kitap okuduğumuzda da tenis topu kadar anlayışa sahip olabiliriz. Sabah uyandığımızda ve etrafı gözlemlediğimiz her an da tenis topu büyüklüğündeki farkındalıkla hayatımıza devam ederiz. Fakat eğer o bilinç genişletilebilirse bu durumda o okuduğumuz kitabı daha fazla anlar, daha fazla farkındalıkla dışarı bakar ve uyandığımızda da daha fazla uyanıklık içinde oluruz.

 

Her birimizin içerisinde saf, titreşim halinde bir bilinç okyanusu var. Beynimizi fiziksel bir donanım gibi ele alırsak, bu donanımın algoritmasını işletmekte olan zihnin kaynağında ve düşüncenin temelinde bu bilinçten bahsedebiliriz.

 

İşte tam buradan bakıldığında aslında maddenin kaynağında da “bilinç“ olduğunu söylemek kuşkusuz hiç yanlış olmaz.

Öyleyse madde nerede ?

Madde işe başlamak için doğru bir nokta.

Tüm fiziksel madde, etrafımızdaki her şey bir frekansın sonucudur. Bu sonuç şu manaya da gelmektedir; eğer frekansı arttırırsanız maddenin yapısı da değişecektir.

Einstein’dan başlayarak modern fizik bize tüm bu madde dünyasının aslında bir illüzyon olabildiğini vadetti.

“Tüm madde kaynağını bir atomun parçacığının titreşimine neden olan ve bu küçük güneş sistemini bir arada tutan bir kuvvetten alır.

Bu gücün arkasında bilinçli ve akıllı bir zihnin varlığını varsaymalıyız.

Bu zihin tüm maddenin matrisidir. “

Max Planck

 

Tasvir edilen bu matris o kadar bağıl ki bir küçük ölçeğine baktığımızda diğer parçaları ve onları kapsayan bütünü görüyoruz.

 

Bunun anlamı aslında gerçekliği bölemiyor oluşumuz, çünkü bir hologramı böldüğümüzde ortaya çıkan parça, diğer tüm parçacıkların dışa yansımasıdır.

 

Sabun köpüklerinin içerisinden bir örnek aldığımızda içerisindeki daha küçük köpüklerin benzeşmesi gibi.

 

Bu küçük hologramın herhangi bir yerinde küçük bir görünüşü değiştirecek olursak bu değişim tüm sistem boyunca yansıyacaktır.

 

Yirminci yüzyılda bu kuramın bilimsel olarak da netleştirilmesinde rol oynayan kuantum fiziği, önceki yüzyıllarda yaşayan bilgelerin felsefesine destek verdi ve bilimin madde görüşü geldi;

 

‘Evrenin aslı bilinçtir’.

 

Bilgi anahtardır, gerçek olarak düşündüğümüz bu illüzyonun realite matrisi bilginin ta kendisidir. Bilgi fraktallar oluşturur. Bilgi aktıkça ve matematiksel olarak konuşursak birkaç fraktalı oluşturdukça bu etki alanı artar. Fraktallar tahmin edilemeyen fonksiyonlardır, böylece artarak bizi daha da tahmin edilemez fonksiyonlara ulaştırırlar

 

Atom altı boyutta gerçeklik onu gözleyenin beklentisi yönünde hareket eder. (Bu konu ile ilgili detayları uteddergi.com Mart 2017 - “Heisenberg ve Belirsizliğin doğası“ adlı yazımızdan okuyabilirsiniz)

 

Dünyanın yapısına nasıl işlediğine bakmaya başladığımızda birden bu yapısının neden böyle olduğu tüm berraklığı ile açığa çıkıyor, çünkü gözlerimizle bakıyoruz ve bunun madde-dünya olduğunu düşünüyoruz. Fakat o sınırsız enerjinin sınırsız frekans aralıklarının içerisindeki ufacık ufacık bir frekans aralığıdır aslında. Tıpkı holografik bir video kanalı gibi.

 

 

Evreni atom altı kuvvetlerin dengesinde olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

 

Atom parçaları kendi ölçülerine göre muazzam bir boşlukta, ışık hızında hareket ederek enerjinin ve bilginin muazzam bir boşlukta dalgalanmasıdır. Bizim görevimiz ise tamamen gözleme dayalı. Ki bu içinde yaşadığımız algıladığımız evreni oluşturmaktadır, evrenimizin neye benzediğini araştırmamıza rağmen hiçbir zaman fraktalların düzenli artarak oluşturduğu bu genişleyen tekrar dahilinde evrenin sınırlarını bulabileceğimiz söylenemez.

 

Kuantum dünyada görülen bizim neyden oluştuğumuzdur çünkü baktığımız her yerde bilinç bir şeyin orada olacağı ümidiyle keşif yapmaktadır.

 

Bu keşif, bakma, gözlemleme hareketi görmek için yapılan baskıyla bir şeyler oluşturabilme rolüdür. Yaşadığımız her an evreni var ediyoruz.

 

Bilinç evrenin programlama dilidir.

 

Bizlerse bilincin orkestra şefleri. Ne yaparsak biz oyuz. Bilinç bizden ortaya çıkanla başlayarak, belirli bir şekilde ayarlanmış bir surette ve belirli bir şekilde hareketle, hedeflenen realiteyi oluşturuyor.

 

Evrenin aslında madde olduğu inancı korku-hırs-açgözlülük ayrımlarına yol açmaya muktedir. Evrenin aslı bilinç ise önem konusunu davranışlar devralıyor.

 

 

Kayıtlara geçmiş bir hafıza kaybı üzerinden bilinci örnekleyecek olursak; 1988 yılında, John adındaki altmış yaşında bir adamın bacaklarındaki ufak bir kan pıhtısının kanına karışıp beyin ana damarlarından birini tıkayarak felce yol açmasıyla eşinin yüzünü tanıyamadığı anı düşünelim. Konuştuğu kişinin kim olduğunu aslında biliyor olmasının tek nedeni hâlâ sesini tanıyabiliyor olmasıydı. Artık ne başka kişilerin yüzlerini ne de aynada gördüğü kendi yüzünü tanıyabiliyordu. "Bunun ben olduğumun farkındayım" diyordu. "Gözümü kırpınca o da göz kırpıyor, ben hareket ettiğimde o da ediyor". Bunun ayna olduğu ortada ama karşımdaki bana benzemiyor. John görme yeteneğinde herhangi bir sorun olmadığını tekrar tekrar vurguluyordu. “Görmemde bir sorun yok, doktor. Nesneler gözlerimin değil zihnimin odağı dışında kalıyor.” Daha da önemlisi, alışılmış nesneleri de tanıyamıyor olmasıydı. Kendisine bir havuç gösterildiğinde, "Ucunda püskülü olan uzun bir şey. Resim fırçası mı?" diye soruyordu.

 

Dünyaya dair algımız normalde öyle basit görünür ki bu yetinin her daim cepte olduğunu sanırız. Bakar, görür ve anlarız. Bu durum, suyun yokuş aşağı akması kadar doğal gelir. Yalnızca John gibi hastalarda görüldüğü üzere bir şeyler yolunda gitmediğinde aslında ne kadar olağanüstü incelikte bir yetiye sahip olduğumuzu fark ederiz. Dünyamızın resmi her ne kadar kolay anlaşılır ve bir bütünlük içerisinde gibi görünse de, aslında bilincimizdeki her biri birden fazla ayrıntılı işleve aracılık eden otuz (belki de daha fazla) farklı görme alanının etkinliğinden meydana gelir.

 

Konumuzun başında da değindiğimiz gibi; idrak, eğer realite holografik matris ise onun oluşumuna yardım ediyoruz.

 

Her bir düşüncemiz o düşünceden inşa edilmiş bir gerçekliktir ve her bir düşüncemiz o bağlantılı gerçekliği örmeye başlar.

 

Kaynak;

- V.S.Ramachandran- Öykücü Beyin

- http://www.experiencer.org/the-brain-consciousness-and-science-hints-of-immortality-by-bob-davis-ph-d/

1968 © Uçak Teknisyenleri Derneği