Geçmiş, yaşanılanlardan ibaretmiş gibi düşünürdüm. Oysa hissedilen geçmişi diye bir şey olduğunu öğrendiğim yaşımdayım. Öğrenmek için beklemek gerekiyor bazı şeyleri. Mesela bir gün ağız dolusu gülüyorsun. Çok mutlusun. Kalbin çıkacak yerinden. Ağzın kulaklarına asılmış sanki. Öylesine bi’ heyecan. Bu çok yoğun bir his durumu. Oysa bunu sana yaşatan basit, pek de önemli olmayan bir bakış, bir gülüş olabilir. Ama zaman orada yavaş akmaya başlayıverir birden. Hafızan, görebildiğin en ufak ayrıntıyı enstantaneler halinde kayda almaya başlar. Hatırladığın üç saniyelik bir ânın üç saatlik ağır çekimi olur. Hissedebilmenin güzel yanı burasıdır işte. İnsan üç saniyelik ufak bir ânı bu şekilde uzun uzadıya dakikalara saatlere çarpabiliyorsa ortalama 60 yıllık bir ömrü bu şekilde daha derin yaşayarak, hissederek uzatabilir, daha fazla yaşayabilir.

 

Canım yandığı zamanların birinde görecelilik kavramının akıl almazlığını düşünüyordum. Bu içinden çıkılmaz bir olgu. Acıya saplanıp kalmak zorundalık. Aklın başındaysa, düşünüyorsan ve derindeysen zaman yavaşlamaya başlıyor. Zaman yine geçiyor ama bu kez içinden geçiyor. Özlediğim birini beklerken zamanı fark etmiştim örneğin. O zaman tanıştık. Vücudumdaki tüm hücrelerimi ve zamanın bu hücrelerimi parçalayarak içinden geçişini hissediyordum. Düşünüyorsun, aklın başında ve farkındasın. Aklının başından gitmesini istiyorsun. Belki de acıdan delirmek bu yüzdendir. Zamandan habersiz olabilmek için. En basit tarifle uykuda, yani bilincin kapalı olduğunda zaman nasıl hızla akıp gidiyor…

 

Lise yıllarında öğrendiklerimizin günlük hayatımızda hiç karşılaşmadığımız şeyler olduğunu söylemiştim öğretmene. O da “Şimdi öğreniyorsun, yaşadıkça anlayacaksın.” demişti. Bu sözü de o zaman öğrenmiştim ama şimdi anlıyorum. Kitaplar, şiirler, manidar sözler okuyor insan. Güzelmiş diyor ancak anlayabilmesi tecrübe ettikten sonraya kalıyor. Onlardan biri benim için Turgut Uyar’ın şu dizeleridir:

“Yaşıyorum, yaşıyorum da bitmiyor

Bir tutam sakız oluyor ağzımda zaman”

Ne güzel söylemiş Turgut Uyar. Bazen zaman ağzımızda çiğneyip yutamadığımız bir sakız gibi büyüyor, büyüyor ve bizi içine hapsediyor sanki. Karanlığın ışığı yutuşuna hiç tanık olmayanlar tam olarak anlayamayabilir. Bazı köylerde geceleri tüm ışıklar söndükten sonra, öyle bir karanlık hâkim olur ki etrafa, elindeki fenerden çıkan o minicik ışık uzadığı yerde karanlık tarafından yutulur. İşte zaman da bazen insanı dar zamanlarında böyle cılız bir ışıkmışçasına karanlığına hapsedebiliyor. Dar zamanlarda, ertelediğimiz her şey zamanı daha da dar kılıyor üstelik. Üç saniyelik ufak bir ânı ertelemediğimiz küçük şeylerle genişletebilmek de mümkün oysa… Behçet Necâtigil, sevgilerini yarınlara erteleyenler için “Sevgilerde” adlı şiiri bırakmış;

 

“Sevgileri yarınlara bıraktınız

Çekingen, tutuk, saygılı

Bütün yakınlarınız

Sizi yanlış tanıdı

Bitmeyen işler yüzünden

(siz böyle olsun istemediniz)

Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi

Kalbinizi dolduran duygular

Kalbinizde kaldı

Siz geniş zamanlar umuyordunuz

Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek

Yılların telaşlarda bu kadar çabuk

Geçeceği aklımıza gelmezdi

Gizli bahçenizde

Açan çiçekler vardı;

Gecelerde ve yalnız

Vermeye az buldunuz

Yahut vaktiniz olmadı”

1968 © Uçak Teknisyenleri Derneği