Thumbnail
  • 15.03.2024

Tarih boyunca hiçbir millete nasip olmayan, yüce Türk milletinin kahraman evlatlarınca adeta yaratılarak, yakın tarihimizin şerefli sayfalarından birini oluşturan, Çanakkale zaferinin 109. yıldönümünü, onurla, gururla ve heyecanla kutluyoruz. Bilindiği üzere, dünya kamuoyunun Gelibolu seferi olarak tanımladığı Çanakkale muharebeleri, hiç kuşkusuz sonuçları itibarıyla birçok milletin kaderini ve zamanın akışını değiştiren, I. Dünya harbinin içinde yer alan çok önemli tarihi bir olaydır.

Çanakkale muharebelerinin, I.Dünya Harbinin diğer ünlü muharebelerinden ayıran tek özelliği, şüphesiz ki büyük ölçüdeki insan kaybı değildir. Bu öyle bir savaştır ki, asırlardır yorgun düşmüş bir milletin milli mücadelesinin başlangıcını teşkil etmiş, Gelibolu’da yarattığı Atatürk’ü, milletinin vazgeçilmez önderi yapmıştır.

OSMANLI DEVLETİNİN SAVAŞA KATILMASI

Osmanlı Devleti, Balkan Savaşlarındaki yenilginin etkisiyle ordu ve donanmasını içine düştüğü zor durumdan çıkarmanın yollarını ararken, diğer yandan iki bloklu yeni Avrupa düzeninde kendisine ittifak aramaktaydı. İlk ittifak teşebbüsü İngiltere yönünde kullanılmış ancak Churchill, “Şimdilik yeni siyasi bağlar altına giremeyiz” diyerek, Maliye Nazırı Cavit Bey tarafından 1911 Ekim’inde yapılan teklifi reddetmiştir. Ancak Avrupa’daki oluşum, Osmanlı Devleti’nin yalnız kalmasına izin vermeyeceği gibi konjonktürde yalnız kalmak, yok olmakla eş anlam taşıyabilirdi. 

Bu bağlamda Osmanlı Devleti’nin ikinci ittifak teşebbüsü Bulgaristan’la oldu. Ancak bu kez ittifak isteğini yapan Bulgaristan idi. Birinci ve İkinci Balkan Savaşları’ndaki kayıpların telafisi ve elde edilen kazançların daha da fazlalaştırılması isteği her iki ülkeyi bir araya getirmişti. Ancak Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’ne sırtını dayayarak genişleme isteği, Almanya’nın da ittifaka katılmasını talep etmesi ve Almanya’nın bu ittifaka katılmaya yanaşmaması, bu ittifak teşebbüsünün de sonuçsuz kalmasına sebep oldu.

Osmanlı Devleti’nin ittifak arayışı bu defa Fransa’ya yöneldi. Ancak bu teşebbüs de olumsuz şekilde sonuçlandı.

Bu ittifak teşebbüslerinin gerçekleşmemesi Osmanlı Devleti’ni ister istemez Almanya’ya doğru sürüklemiştir. O dönemin kabinesinde bulunan kişilerin de Alman ittifakına taraftar olması, Osmanlı Devleti ile Almanya arasında ittifak görüşmelerinin başlamasını hızlandırmıştır. Osmanlı Devleti 22 Temmuz 1914 tarihinde Almanya’ya ittifak için başvurmuş, görüşmeler başlamış ve 2 Ağustos 1914’te Türk-Alman ittifakı imzalanmıştır. Ancak bu antlaşma, savaş hazırlıkları henüz başlamadığı için gizli tutuldu. Osmanlı Devleti bu antlaşmanın hemen ertesinde seferberlik hazırlıklarına başladı ve “tarafsızlığını” ilan etti. 

Savaş başladıktan sonra İngiliz donanmasının peşine düştüğü, Alman Goeben muharebe gemisi ve Brealau ağır kruvazörü, Amiral Souchon komutasında 10 Ağustos 1914 günü Çanakkale Boğazı önüne geldi. Ancak Enver Paşa, hükümete danışmadan gemilerin boğazlardan alınmasını emretti. Bu emir, Osmanlı devleti için sonun başlangıcı olarak da görülebilir. Çünkü Osmanlı İmparatorluğu, Boğazlar Antlaşması gereği boğazları tüm savaş gemilerine kapalı tutmak durumundaydı. Alman Donanması’na bağlı bu gemilerin boğazdan geçişine izin vermek savaş nedeni sayılacaktı. Ancak Osmanlı Devleti, bu gemilerin Almanya’dan satın alındığını açıkladı. Söz konusu gemiler, 16 Ağustos 1914 tarihinde “Yavuz” ve “Midilli” adlarıyla Osmanlı Donanması’na katıldılar ve bu gemilerdeki Alman mürettebat, Osmanlı Donanması’na ait subay ve erat üniformaları giyerek gemilerdeki görevlerini sürdürdüler. 

Öte yandan Almanya, Osmanlı Devleti’ni savaşa girmeye zorluyordu. Özellikle de Avusturya, Osmanlı Devleti’nin savaşa girmesini istiyordu. Çünkü eğer Osmanlı savaşa girerse Kafkasya’da bir cephe daha açılacak ve bir kısım Rus kuvvetlerini çekecekti. Osmanlı Devleti ise seferberlik hazırlıklarının tamam olmadığı, Bulgaristan’ın savaşa katılmadığı ve Romanya’nın tarafsızlığı sağlanmadığı gerekçeleriyle savaşa girmeyeceğini belirtti. Ancak zaman geçiyor ve Almanya’nın cephedeki planları bir bir suya düşüyordu. Almanya’nın durumu düzeltmesindeki en önemli etken, Osmanlı Devleti’nin savaşa katılarak Rusya’ya karşı bir cephe açmasıydı. Almanya, Osmanlı’ya borç para dahi verdi ama Osmanlı Devleti savaşa girmemek için devamlı Almanya’yı oyalıyordu. Fakat Amiral Souchon, Enver Paşa’nın da bilgisi dâhilinde Osmanlı donanması bünyesinde 29-30 Ekim 1914 gecesi Karadeniz’e çıktı ve Odesa ve Sivastopol gibi Rus limanlarını topa tuttu. Bu olay üzerine İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etti. Böylelikle Osmanlı Devleti I. Dünya Savaşına girmiş oldu. Osmanlı Devleti’nin I.Dünya Savaşı’na; Kafkasya, Kanal, Filistin, Suriye, Irak, Galiçya, Makedonya ve Çanakkale cephelerinde savaşa girmesiyle savaş alanı genişlemiş oldu.

ÇANAKKALE MUHAREBELERİ

İngiltere, savaşın başında İstanbul’u almak, Osmanlı Devleti’ni saf dışı bırakmak ya da koşullarını kendilerinin belirlediği bir barışa zorlamak; diğer tarafsız ya da ittifak taraflılarına gözdağı vermek için Çanakkale Boğazı’nı zorladı. Diğer bir amacı da müttefikleri Rusya’ya yardım göndermek, ayrıca Rusya’nın yükünü hafifletmekti. Düşüncenin mimarı; İngiliz Deniz İşleri Bakanı Churchill’dir. 

DENİZ MUHAREBESİ

18 Mart 1915 perşembe sabahı, 270.000 ton tutarındaki, 247 ağır topa sahip yüzen müttefik armadası, üç hat halinde tertiplenmiş olarak saat 10.05’de boğaza girmeye başladı. Filonun en kuvvetli 4 yeni İngiliz zırhlısından oluşan birinci hattına verilen hedef, boğazın en dar yerindeki Çimenlik ve Kilitbahir kalelerinin tahrip edilmesi, Kepez-Soğanlıdere arasında mayın kontrol ve temizlik taramasının desteklenmesi idi. Tepelerin gerisine menzilenmiş sahra toplarımız, bu gemilere karşı ateş açtıysa da zırhlılar bu atışlara hiç aldırmadan Çanakkale şehir merkezine 14 km. kadar yaklaştılar. Saat 11.00’den itibaren de Queen Elizabeth’in 38 cm.lik dev topları Anadolu Hamidiyesi tabyası ile Çimenlik Kalesi’ni hedef alarak ateşe başladı. 

Bu sırada ilk hatta bulunan İngiliz Agamemnon, Lord Nelson ve Inflexible zırhlıları da Rumeli Hamidiyesini ve Kilitbahir Kalesi’ni, Fransız Bouvet zırhlısı Dardanos, İngiliz Prince George zırhlısı ise Baykuştepe tabyasını dövüyorlardı. Hedef paylaşımı tamdı. Henüz hiçbir zırhlı set bataryaları hariç, ateş altındaki tabyalarımızdaki toplarımızın menzili içinde değildi.

Fransız filosu, daha yakın mesafeden ateş açma zamanının geldiği düşüncesiyle biraz daha kıyıya yaklaşarak ateşe başladı. Ancak, artık müttefik filosu, Türk toplarının menzili içine girmişti.

Saat 12.30’da düşman ilk kayıplarını vermeye başladı. Gauloıs zırhlısı bir mermi isabetiyle yara alınca çekilmek zorunda kaldı. Inflexible zırhlısının ise, aldığı isabetlerle pruva çanaklığı harap oldu. Agamemnon, Lord Nelson, Albion ve Fransız Charlemagne zırhlıları da isabet almış olmakla bera ber hasarları çok ciddi değildi.

Saat 13.45 sularında, I. ve II. hattaki gemiler görev değiştirmek üzere geri çekilip, her zaman yaptıkları gibi Anadolu sahillerine doğru dönüşlerini tamamlıyorlardı ki şiddetli bir infilak sesi duyuldu. Saatler 13.55’i gösteriyordu. Bir süre sonra da Fransız zırhlısı Bouvet, 600 kişilik personeli ile beraber boğazın sularına gömüldü. Ortaya çıkan mayın tehlikesi, muharebenin akışını bir anda değiştirmişti. Bu yeni durum müttefikleri gerçekçi bir karar vermeye zorluyordu. Karar, boğazdan mümkün olduğu kadar uzağa çekilmekti. İngiliz resmi tarihçisi General Oglander, Gelibolu Askeri Harekatı adlı eserinde bu günü şöyle anlatır: “Pek müsait başlamış olan gün, bu meçhul mayın hattının o fevkalade ve ortalığı kırıp geçiren başarısı yüzünden tam bir başarısızlıkla sona erdi. Bu 26 mayının, seferin talihi üzerindeki tesiri ölçülemez.” 

Müttefik Donanması’na bu ağır sürprizi hazırlayan Yüzbaşı Hakkı komutasındaki 360 tonluk küçük ve mütevazi Nusret gemisi ve onun cesur personeli idi. Çanakkale Boğazını geçip İstanbul’a girmek için sabırsızlananlar, zafer umutlarıyla ve gurur dolu olarak geldikleri gibi değil, çelik devleri ateş ve alev yığınları halinde tarihin gördüğü ender perişanlık içinde zafer umutlarını ve gururlarını sonsuza dek Türk kalacak Çanakkale’ nin derin sularına gömerek gidiyorlardı.

KARA MUHAREBELERİ

Çanakkale Boğazı’nın sadece donanma ile geçilmesinin mümkün olmadığını anlayan İtilaf Devletleri, bu defa da Kara Harekatı ile ilgili planlar geliştirmeye başladılar. Boğazın etrafında bulunan Türk kuvvetlerine karşı üstün bir muharebe gücü oluşturulmalı ve boğaz kesin bir darbe ile düşürülmeli idi. İtilaf Devletleri’nin planına göre; Kuzey Çıkarma Grubu’nu oluşturan ANZAK Kolordusu kuzeyde Kabatepe bölgesine, Güney Çıkarma Grubu ise Seddülbahir bölgesine çıkarılacaktı. Türk savunmasının güney kanadını tespit maksadı ile 1 Fransız Tugayı, Kumkale bölgesine çıkarma yapacak, Bolayır ve Beşiğe bölgesine de Amfibi gösteri icra edecekti. İtilaf Devletleri’nin planı Gelibolu müstahkem mevkiine kısa sürede el atarak, donanmayı savunmasız bir boğazdan geçirme ve İstanbul’a el atma düşüncesine dayanıyordu. Türk savunmasının esasını teşkil eden “Düşmanın karaya çıkmasına izin vermeden imhasını sağlama” ana fikriyse, 5’nci Ordu’ya komutan olarak atanan General Liman Von Sanders tarafından terk edilerek, “Kıyılarda nispeten zayıf kuvvetlerle düşmanı karşılama, derinlikte güçlü ihtiyatlarla imha” ana fikri olarak düzenlenmiştir.

25-27 Nisan 1915 tarihinde 1 Fransız tugayı Kumkale çıkarmasını gerçekleştirmiştir. Fransız tugayının taarruzu karşısında, Türk 31’nci Alayı’nın savunması ve bu savunmaya 39’ncu Alay’ın takviyesi sonucu düşman, Kumkale ve Orhaniye arasındaki dar bir şeritte hareketsiz bırakılmıştır. Amacına ulaşamayan düşman, 26/27 Nisan gecesi çekilmek zorunda kalmıştır. Muharebelerin ilk gününde vatan savunmasında aktif görev almak için Enver Paşa’dan vazife isteyen, 19’ncu Tümen Komutanı Yarbay Mustafa Kemal’i görüyoruz.

25 Nisan gündüz taarruzlarında emrindeki 57’nci Alayı emir beklemeden muharebeye sokan Yarbay Mustafa Kemal’in 27, 72 ve 77’nci Alaylarla icra ettiği koordineli taarruz, kıyıbaşının genişlemesini engelleyen ilk ciddi direnmedir. Arıburnu ve Seddülbahir’deki muharebelerden de sonuç alamayan düşmanın son umudu Anafartalar taarruzuna kalmıştı. Çıkarmayı müteakip hızla gelişen taarruzlar, Kireç Tepe - Küçük Anafarta batısı - Azmak dere hattına ulaşmıştı. Ancak Anafartalar’da da karşılarına Mustafa Kemal çıkmıştı. Albay Mustafa Kemal’in komutasında oluşturulan Anafartalar grubu, 9 Ağustos’ta ve 7 ve 12’nci tümenlerin taarruzu ile düşmanı 5 km. kadar geriye atmıştı. Birinci Anafarta Muharebesi’nden sonra 21 ağustos’a kadar mevzi muharebeler devam etmiştir. 

İkinci taarruz hazırlığı, 9’ncu İngiliz Kolordusu’nun diğer birliklerinin de karaya çıkarılması ile başladı. Saat 14:30’da deniz ve kara topçu ateşiyle başlayan bu taarruz, üstün mukavemet karşısında dağıldı ve bir günde mevzi muharebelerine dönüştü. Yeni açılan Anafartalar Cephesi’nde de arzu ettiği sonuca ulaşamayan İtilaf Devletleri artık çekilme hesaplarına başlamıştır. Nitekim alınan kararlar doğrultusunda Anafartalar ve Arıburnu bölgesi 8-20 Aralık 1915 arasında, Seddülbahir bölgesi ise 28 Aralık 1915 - 9 Ocak 1916 arasında iyi hazırlanmış bir planla, zayiat vermeden tamamen tahliye edilmiştir. 

ÇANAKKALE MUHAREBELERİNDEN ÇIKARILACAK SONUÇLAR

Bu muharebelerin özellikle Türkler için önemli tarafı, hepimizin bildiği gibi Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal’i bir komutan olarak ortaya çıkarması ve üzerinde iki geçmiş harbin ezikliğini taşıyan bir orduya, yeniden savaşma azim ve iradesini vermiş olmasıdır. Bu azim ve iradedir ki, sonuçta Türklere istiklal savaşını kazandırmış ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasını sağlamıştır.

Türk milleti, Çanakkale’de kendine güvenini tekrar kazanmış, yeni bir ulusal ruh doğmuş, Çanakkale’de şahlanan bu güven ve inanç duygusu, kurtuluş savaşı ile milletin sarsılmaz değer  ve ideallerine öncülük etmiştir. Bir cihan harbinin sonunda yıkılmış, parçalanmış, anayurdu işgale uğramış, ordusu terhis edilmiş, donanması hapsedilmiş olan Türk milletinin, tüm bu olumsuz şartlara rağmen bir ölüm-kalım mücadelesine başlaması, işte bu erdemli ruh sayesinde mümkün olmuştur.

Kurtuluş savaşını başlatan mücadele ruhu Çanakkale’de doğmuş, milli mücadelemizin tohumları Çanakkale’de yeşermiştir. Çanakkale zaferinin karizmatik komutanı Anafartalar kahramanı Mustafa Kemal, milletin gönlündeki yerini Çanakkale’de almış, liderlik yeteneğini Çanakkale’de kanıtlamıştır. Türk milleti, çok güç koşullar altında dahi Türk askerini başarıdan başarıya koşturan Mustafa Kemal’in, arkasından gidilebilecek bir lider olduğunu Çanakkale’de anlamış ve O’nu bağrına basmıştır. Böylece, Mustafa Kemal Çanakkale’de yeniden doğmuştur. Bu milli şuur doğrultusunda, Çanakkale zaferi ve hemen ardından gelen Türk Kurtuluş Savaşı, dünyanın en gelişmiş teknolojik imkânları ile donatılmış devletlere karşı bir milletin tek başına verdiği ve sonunda onurlu ve erdemli kimliği ile başarıyı yakaladığı ender bir mücadele olarak tarihteki yerini almıştır. Türk milletinin elde ettiği bu inanılmaz başarı, dünyanın diğer mazlum milletleri için bir örnek teşkil etmiştir. Emperyalist devletlerin azameti ve gücü, Çanakkale’de kırılmış ve bu devletlerin sömürüsündeki mazlum milletler, o güne kadar tahayyül edemedikleri bir durumla karşılaşmıştır. “Ne denli güçlü olurlarsa olsunlar, sömürgeci devletler de yenilebilir” gerçeği, Hint Yarımadası’nda ve Kuzey Afrika’da milli kurtuluş savaşı veren savaşçıların ceplerinde Türk bayrağı, Atatürk resmi taşımalarına neden olmuş ve bu mücadele sonucunda kurulan pek çok devletin bayrağında Ay yıldız bulunması işte bu milli şuuru doğuran temel felsefeye dayanmıştır.

İngiliz ve Fransız dominyonlarından gelerek Çanakkale savaşlarına katılan pek çok ulus, ayrı bir milli karaktere sahip olduğunu burada anlamış, Yeni Zelanda ve Avustralyalılar ayrı bir millet olduklarının bilincini Çanakkale’de kazanmışlardır. Her yıl binlerce Avustralyalı ve Yeni Zelandalı’nın Çanakkale’yi ziyaret etmesinin temel sebebi budur. Kısaca Avustralya ve Yeni Zelanda’nın milli benliğinin doğduğu yıl 1915, doğduğu yer ise Çanakkale’dir.

Çanakkale savaşlarının stratejik boyuttaki önemine ünlü İngiliz devlet adamı Churchill deyişiyle bakmak sanırım yeterli olacaktır. Churchill şöyle demiştir: “Viyana’dan Hindistan’a kadar dünya siyasi haritasının değişmesine, itilaf devletlerinin her şeyden evvel anlaştıkları dünya düzeninin kurulamamasına neden olmuştur.” 

Çanakkale, askeri etik açısından da savaşan tarafların harp tarihinde o güne kadar tespit edilmiş olan ve  uyulması gereken kurallara harfiyen uymalarıyla, tarihe “centilmenler savaşı” olarak geçmiştir. Böylece; asırlarca barbarlıkla suçlanan Türklerin gerçek karakteri yedi düvele Çanakkale’de ispat edilmiştir. En çetin muharebe şartlarında dahi insanlığını kaybetmeyen yüce Türk milletinin bu eşsiz özelliğini anlatmak için Avustralya-Yeni Zelanda ölülerinin yattığı alanda Atatürk’ün, uzak diyarlardan bizi vatanımızdan kovmak için gelmiş, ölmüş-öldürmüş, bu olaylar öncesi hiç tanımadığımız düşman için düşüncesini bilmek yeterlidir.

Atatürk bu davranışıyla, en yüksek seviyeli davranış biçimi olan, Türk milletinin düşünce, inanç ve yüksek ahlaki duygularını sergilemiştir. Bize bu günleri armağan eden, başta “Ulu Önderimiz Büyük Atatürk” olmak üzere, aziz şehitlerimizi ve kahraman gazilerimizi minnet ve şükranla anıyor, aziz hatıraları önünde tazimle eğiliyoruz.  

1968 © Uçak Teknisyenleri Derneği