Atatürk ve İnsan Sevgisi
Tarih sayfalarına dönülüp bakıldığında, bu güne değin var olmuş milletlerin arkalarında her zaman, yüksek kabiliyette ve çok yönlü liderlerin olduğu görülmektedir. Tarihimizde de, olağanüstü dönemlerin sonuncusu olan Cumhuriyet dönemine ve çağa damgasını vuran dahi ve lider insanımız da Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Atatürk, kendi döneminin liderleri içerisinde 21.yüzyıla geçebilen tek liderdir. Bununla beraber diğer liderler kendi halkları tarafından yok edilirken, O hala Türk insanının ve dünyanın sevgi ve saygı dünyasında tüm canlılığı ile yaşayan bir dahi liderdir.
XX. yüzyıl içinde Türk milletini bu bakımdan “en şanslı millet” diye bir tespitte bulunmak herhalde yanlış olmaz. 1922’de Türk ordularının zaferi neticesi Anadolu’daki emelleri gerçekleşmeyen İngiltere’nin Başbakanı Lloyd George, istifa etmeden önce Parlamento’da kendisine yöneltilen suçlama ve tenkitlere yönelik yaptığı konuşmasında;
“Arkadaşlar yüzyıllar nadir olarak dahi yetiştirir. Şu talihsizliğimize bakın ki o büyük dahi çağımızda Türk Milleti’ne nasip oldu. Mustafa Kemal’in dehasına karşı elden ne gelirdi.” diyerek,Atatürk karşısında çaresizliğini anlatırken yukarıda zikredilen tespitinde yanlış olmadığını ortaya koymaktadır.
Birçok araştırmada, Atatürk’ün liderlik vasıfları olarak ilk aklımıza gelen; karizmatik kişiliği, yeteneği,zekâsı, karar verebilme gücü, iradesi, inancı,sorumluluk alma isteği, cesareti, ikna kabiliyeti, ileri görüşlülüğü, güvenilir olma,öz güven gibi özellikleri incelenmiştir.Doğaldır ki Atatürk’ün başarısında bu üstün özelliklerin çok büyük katkısı vardır. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu Atatürk’ü başarıya götüren özelliklerinin tamdaorta yerinde insana, insanlığa duyduğu “sevgi” vardır.
İnsan sevgisi, Atatürk’ün hayatının her evresinde etkin bir şekilde yer almıştır. Düşün hayatında, muharebe meydanlarında, yapmış olduğu devrimlerde, iç ve dış politikada, özel yaşamında, milletinin arasında olduğu anlarda insan sevgisi, duygularının ana dokusunu oluşturmuştur.
“Artık insanlık kavramı, vicdanlarımızı temizlemeye ve duygularımızı yüceltmeye yardım edecek kadar yükselmiştir. ”diyerek insanın, insanlığın önemini vurgulayan Atatürk’ün mesleği askerliktir. Yani vatanını, milletini korumak, kollamak için yeri geldiğinde öldürecek, yeri geldiğinde gözünü kırpmadan ölecek şekilde yetiştirilmiş bir savaşçıdır. Atatürk, üstün askerlik anlayış, nitelik ve yeteneğini, yüksek komuta kabiliyetini tüm askerlik hayatı boyunca, farklı farklı cephelerde, değişik hasımlara karşı ve çeşitli koşullar altında komuta ettiği seferlerde ve muharebe meydanlarında kanıtlamıştır.Kendisini milletine ve dünyaya önce asker, savaşçı kişiliği ile tanıtmış, benimsetmiş olmasına rağmen, savaşı sevmemiş ve zorunlu olmadıkça da savaşmayı istememiştir. Bu duygu ve düşüncesini:
“...Savaş, zaruri ve hayati olmalıdır... Milleti savaşa götürünce vicdanımda acı duymamalıyım. Öldüreceğiz diyenlere karşı, ölmeyeceğiz diye savaşa girebiliriz. Lakin millet hayatı tehlikeye uğramadıkça savaş bir cinayettir.” diyerek, barışçıl, insancıl duygularını, insana dair sevgisini ortaya koymuştur. Atatürk,savaşın zaruriyet karşısında gerçekleşebileceğini ifade etmiş olmasına rağmen bu durumda dahi yapılan bir savaşın acısını içinde her zaman hissetmiştir. Atatürk’ün hayata veda ettiği gün onun eski yaveri Muzaffer Kılıç bu konudaki örneği şöyle anlatmıştır:
“Başkomutanlık Meydan Muharebesi’nin kazanıldığı günden bir sonra idi. Atatürk harp meydanını geziyordu. Meydan ölüler ve bırakılmış malzemeler ile dolu idi. Atatürk bu dehşet verici manzaradan çok müteessir olmuştu, bana döndü: “Görüyormusun çocuk. Bu manzara insanlığın yüzünü kızartacak bir şeydir. Fakat kabahat bizde değildir. Onlar bize saldırdılar, biz kendimizi müdafaadan başka bir şey yapmadık.”
Atatürk, bir asker ve devlet adamı olarak tarihin zorlu bir döneminde yaşamıştır. Birinci Dünya Savaşı’nda acıyı, eziyeti, ölümü, savaşın acımasızlığını ve İstiklâl Savaşı’nın olumsuz şartlarını görmüştür. Savaşın ne denli acı ve kötü olduğuna bizatihi şahit olmuştur. Bütün bu olumsuz tablolar karşısında Atatürk, “Yurtta sulh, cihanda sulh.”ifadesiyle içinde var olan insan sevgisini birey bazından evrensel bir boyuta taşırken, Türk Milleti için istediği huzur ve güvenliği aynı zamanda tüm dünya milletleri için de isteyen ve özleyen bir lider olduğunu göstermiştir. Atatürk’ün barışa önem vermesinin altında yine insana olan sevgisi yatmaktadır. Tek dileği yeryüzünde barış ve esenliğin kurulmasıydı. Atatürk, bu yöndeki fikirlerini her fırsatta dile getirmiştir. Nitekim 1922 ve 1931 yılında yaptığı konuşmalarda; “İnsanlığa yönelmiş fikir hareketi, er geç başarılı olacaktır. Bütün mazlum milletler, zalimleri bir gün yok edecek ve ortadan kaldıracaktır. O zaman dünya yüzünden zalim ve mazlum kelimeleri kalkacak, insanlık kendisine yakışan bir toplumsal duruma erişecektir.”
“İnsanları mutlu edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak, insanlıkla ilgisi olmayan son derece üzücü bir sistemdir. İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirlerine sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. Dünya barışı içinde bütün insanlığın hakikî saadeti, ancak bu yüksek ideali taşıyan yolcularının çoğalması ve başarılı olmasıyla gerçekleşecektir.” demiştir. Atatürk’ün insan sevgisi yurt topraklarının sınırları içinde kalmayarak tüm insanlığı içine alacak kadar büyüktür. Evrensel boyutta insanın, insan sevgisinin, barışın önemini vurgulayan Atatürk, barış temelinde insan sevgisine yönelik olabilecek her türlü girişimin karşısında olduğunu;
“Biz kimsenin düşmanı değiliz! Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız.”şeklinde ifade ederek, bütün milletlerin bu ilke doğrultusunda insanlığa hizmet etmeleri gereğinin mesajını da vermiştir.Atatürk,gerçekten insan sevgisinin ve insanlık idealinin kolay erişilemeyecek bir örneğidir. Sergilemiş olduğu bu davranışlar, belki de insanlık tarihinde eşi olmayan şeylerdir ve O’nun büyüklüğünü, O’nun derinliğini, O’nun engin hoşgörüsünü simgelemiştir. Atatürk’ü evrensel yapan nitelik, insanlık idealine gönülden bağlılığıdır.
Atatürk’ün “Yurtta sulh, cihanda sulh” felsefesinin gerçeğe dönüştüğü ve kaynağının “İnsan Sevgisi” olduğu bir olay Çanakkale’de yaşanmıştır. Bu olay hiçbir milletin askeri, siyasi ve sosyal hayatında karşılaşamayacağımız derecede müstesnadır. İç İşleri Bakanı Şükrü Kaya Çanakkale’de Mehmetçiğe hitap etmek için Atatürk’ü ziyaretle iznini ve talimatını almak ister. Atatürk Şükrü Kaya’nın bir konuşma yapmasını ister ve kendisine bir kâğıt uzatır. Kâğıtta Kaya’nın Çanakkale’de söyleyeceği nutuk yazılıdır. Atatürk’ün bizzat hazırladığı ve Mehmetçiğin mezarı başında söylenen bu nutkun yabancı askerlere dönük hitap şöyle başlar:
“Bu memleketin toprakları üstünde kanlarını döken kahramanlar. Burada bir dost vatanın topraklarındasınız, huzur ve sükûn içinde uyuyunuz. Sizler Mehmetçiklerle yan yana koyun koyunasınız. Uzak diyarlardan evlatlarını harbe gönderen analar, gözyaşlarınızı dindiriniz, evlatlarınız, bizim bağrımızdadır. Huzur içindedirler ve huzur içinde rahat rahat uyuyacaklardır. Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra bizim evlatlarımız olmuşlardır.”
Avustralya ve Yeni Zelanda, İngiliz ve Fransız birliklerinin oluşturduğu ordunun ölüleri için bu beyan özellikle Avustralya ve Yeni Zelanda’da büyük akisler uyandırmıştır. Atatürk’ün insanlık değerlerine duyduğu içten ve büyük saygı, O’nun hayatı boyunca gösterdiği davranışlara yansımıştır.
Atatürk’ün beraberindekilere ve özellikle askere karşı duyduğu şefkat, sevgi ve nezaketin de kaynağı insanları karşılıksız, içten sevmesidir. Bunlara dair birkaç örnek vermek sanırım yeterli olabilir:
“18 Aralık 1919’da Sivas’taki Heyet-i Temsiliye Ankara’ya doğru yola çıkar. Üç otomobilleri vardır. Bunlara benzin ve lastik sağlamak için Sivas’taki Amerikan yetimhanesi ve okulu hemşirelerinden arkadaşı Mazhar Müfit (Kansu) Bey vasıtası ile lastik ve benzin almak istemişler, Amerikalı kadınlar bunları hediye etmek istediklerinde de, ancak bu hususu belirtir birer mektup karşılığında benzin (6 teneke) ve lastik almışlardır. İlk durak Kayseri’dir. Burada Mustafa Kemal Paşa ve iki arkadaşı İmamzade Raşit Ağa’nın evinde kalacaklardır. Diğerleri de başka konaklarda misafir edileceklerdir. Akşam olur, sofra hazırlanır, Mazhar Müfit Bey ve diğerleri gelememiş, gecikmişlerdir. Ev sahibi “Sofraya buyurunuz yemek yiyelim”, der, Mustafa Kemal Paşa “Arkadaşlarım gelmeden oturmam” diye diretir. Bir kamyonla bir miktar jandarma Sivas istikametinde yola çıkartılır. Mazhar Müfit Bey’in arabasının lastiği patladığından yola devam edemedikleri anlaşılır. Hepsi geldikten sonra yemeğe oturulur. Bu incelik, bu vefa duygusu insan sevgisinden güç almaktadır.”
“Sakarya muharebeleri esnasında bir Ağustos gecesinde sofraya oturulduğunda Mustafa Kemal Paşa beklenir. Hemen ekseriyetle bulgur pilâvı veya çorbası ile karın doyurulabildiğinden, o gece bir tavuk bulunup pişirilmiş, iştahla yemeğe oturulmuştur. Sofrada Asım Bey (Gündüz), İsmet Paşa, Fevzi Paşa vs. vardır. Mustafa Kemal Paşa gelince, “bu gece askere ne veriyorsunuz” diye sorunca, cevap “kavrulmuş buğday” olur. Paşa müteessir olur, sofraya hiç oturmaz, çeker, gider.”
Atatürk’ün 1916 senesinde Diyarbakır yöresinde görevlendirildiği 16. Kor. Kumandanlığı vazifesine giderken Haydarpaşa’dan bindiği trende vagonları bir bir dolaşarak askerlerin hatırlarını sorduğundan Emir Subayı Şükrü Bey (Tezer) bahseder. Bu tür davranışları şüphe yok, Mustafa Kemal Paşa’yı askerlere sevdirmiş, onları etkilemiştir. Cephede en ön saflarda bulunan kumandanları için emrettiğinde canlarını esirgememişlerdir.
“İzmir kurtulmuş ve Ankara’ya hareket edilecektir. Mustafa Kemal Paşa ve onunla bulunanlar trene binmiş ve tatlı bir yorgunlukla kompartımana çekilmişlerdir. Ertesi gün yaver paşanın kompartımanı çalar, Mustafa Kemal Paşa kapıyı açar yorgun, bitkin, kravatını yıkamaktadır. Yaver “Ya Paşam bu ne hal hiç uyumadınız herhalde niye böylesiniz” der. “Ya çocuk kompartımanıma yastıkla battaniye koymayı unutmuşunuz. Kolumu yastık yaptım ağrıdı setremi yastık yaptım üşüdüm bende uyumadım kalktım” der. Yaveri; “aman paşam! Birimize haber vereydiniz hemen sizebir yastıkla battaniye getirirdik” der. Ancak bir ülke kurtarmaktan dönen muzaffer komutan insanın burun kemiğini sızlatan bir cevap verir. “Geç fark ettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz.Hiçbirinize kıyamadım. Önemli olan benim uyumam değil milletimin rahat uyuması”. İşte Mustafa Kemal Atatürk, bu derece insanını, kendi milletini ve bütün insanları samimî duygularla seven, iyi kalpli bir insandır. Yine Atatürk’ün yakın çevresinden Atatürk’ün bir inceliğine şahit olan bir zatın anlattığı her millete nasip olmayacak bir komutanı tasvir etmektedir:
“Askeri birlikleri teftiş ederken yemeğe oturulur. Atatürk bazen 5-10 dakika yemeğe başlamaz, yaveri gelip kulağına bir şey söyledikten sonra afiyet olsun der yemeğe başlardık. Bir gün bunun nedenini Atatürk’e sorunca “Sen karışma yemeğine devam et” dedi, İyice merak ettim. Gittim yaverine, “Sen Paşa’nın kulağına ne diyorsun da biz yemeğe başlıyoruz?” diye sordum. Yaver bana gözlerimi yaşartan şu cevabı verdi, “Birlikteki tüm Mehmetçik yemeğini yedi, şu anda bitirdi. Artık yemeğe başlayabiliriz Paşam.”
İşte Mustafa Kemal Atatürk kendisine emanet edilen Mehmetçiğe duyduğu sevginin göstergesi böyledir. Tabidir ki Mehmetçiğe duyulan bu sevginin özü “insan sevgisi”dir. Atatürk bu derece ince, nazik ve insan sevgisiyle doluydu.
Atatürk’ün insan sevgisinin içine sığmayıp taşmasını gösteren en önemli işaretlerden birisi de geçliğinden beri birçok çocuğun hamiliğini üstlenmiş, birçoğunu da manevi evlat olarak kendine seçmişti. Atatürk’ün manevi evlatları, Afet İnan, Sabiha Gökçen, Fikrîye, Ülkü, Nebile, Rukiye, Zehra, Mustafa, Abdürrahim, İhsan’dır. O, karşılık beklemeksizin, insanlığın mutluluğuna hizmet edebilecek adam yetiştirmenin, en büyük zevk olduğunu söylüyor ve şöyle diyordu: “Bahçesinde çiçek yetiştiren insan, bu çiçekten bir şey bekler mi? Adam yetiştiren insan da, çiçek yetiştirendeki hislerle hareket etmelidir. Ancak bu tarzda düşünen ve çalışan adamlardır ki memleketlerine, milletlerine ve bunların geleceğine faydalı olabilirler”.
Atatürk’ün bütün çabası insan içindir, insan’a yöneliktir, daha refah bir insan ve toplum yaratmaktır. Bu temel düşünce ekseninde hareket eden Atatürk, yapmış olduğu her eylemde çıkış noktası insan ve insan sevgisi olmuştur. İnsanları seven, her işi insan için yapan Atatürk’e de insanlarınsevgisi, saygısı O’nun gösterdiği sevgi çerçevesinde, büyüklüğünde olmuştur. “Size taarruz etmeyi değil, ölmeyi emrediyorum.” diyebilmenin ardında insan sevgisi yatarken, bu emri yerine getirenlerin de bu sevgiye karşılık vermesi, Atatürk’ün içinde taşıdığı insan sevgisinin büyüklüğünü ve çevresindekiler tarafından kabul edildiğini göstermektedir.
Atatürk’ün insan sevgine dair gösterilen sevgi sadece kendi milleti tarafından olmamıştır. Aynı sevgi ve saygı muharebe meydanlarında karşısında olan devlet adamları, askerler, vatandaşlar tarafından da gösterilmiştir. Buna en güzel örnek ve herhalde dünyada da karşılaşılamayacak tek örnek, ordularını denize döktüğü düşmanı Yunan Başkomutanı Trikopis’in hiçbir zorlama veya baskı olmadan tamamen kendi hür iradesi ile her Cumhuriyet Bayramımızda Atina’daki Türk büyükelçiliğine giderek Atatürk’ün resmi önünde saygı duruşu yapmasıdır. Trikopis’in bu davranışı yapmasını sağlayabilen şüphesi ki Atatürk’ün düşman bir komutan olsa da iyi bir insan olması ve kalbinde herkese yetebilen bir insan sevgisi taşımasıdır. Bu yönde başka bir örnekte aynı ülkenin Başbakanı Venizelos’un Atatürk’ü bizzat kendi kaleme alıp imzaladığı bir mektupta “Nobel Barış Ödülü”ne aday göstermesidir. Yunanistan Başbakanı Venizelos’un gösterdiği bu davranış, ülkemiz ve ülke insanımız için herhalde çok onur verici bir durumdur. Bu benzersiz incelik ve asillikle yazılmış olan bu mektubu her Türk bilmeli ve gurur duymalıdır.
Aynı gururu duyabileceğimiz, Atatürk’ün başka bir olay da UNESCO’da yaşanmıştır. 1978 yılında, UNESCO, üyelerine bir öneri sunar. Öneri paketindeki bir cümle şöyledir. ”Bu gün UNESCO’nun üzerinde çalıştığı bütünprojelerin isim babası Mustafa Kemal’dir.” UNESCO‘nun amacına baktığımızda şunları görürüz.“UNESCO, milletlerarası bir işbirliğine dayanarak, ilim, kültür ve eğitim yolu ile dünyamızın barış ve güvenliğini korumak maksadıyla kurulmuştur.”
Öneri ise Mustafa Kemal Atatürk’ün doğumunun yüzüncü yılının, UNESCO’nun 152 üye devletleri tarafından aynı anda kutlanması önerisidir. Birden İsveç delegesi ayağa kalkar ve şöyle söyler: “Ne yani dünyada bu kadar devlet adamı var hepsinin doğum gününü böyle kutlayacak mıyız?” şeklindeki kinayeli sözlerine, Rus delegesi ayağa fırlar yumruğunu masaya vurur ve 152 ülkenin delegelerine aynen şöyle söyler; “Genç delege arkadaşım hatırlatmak isterim ki ATATÜRK öyle dünyadaki herhangi bir lider değildir, bırakın onu bir yıl anmayı her ülke her problemimizde çare olarak aramalıyız” diyerek Atatürk’e duyulan özlem dış dünyada da ifade edilir. UNESCO tarihinde ilk ve tek olan bu öneri 152 ülkenin oy birliği ile imza altına alınır.Öneriye itiraz eden İsveç delegesi bu imzanın atıldığı gün mikrofona gelir ve aynen şunları söyler; “Ben ATATÜRK’ü inceledim bütün ülkelerden özür diliyor ilk imzayı ben atıyorum” demiştir. İşte o muhteşem belge de Atatürk şöyle tanımlanmıştır: “Atatürk kimdir; Atatürk uluslararası anlayış, işbirliği, barış yolunda çaba göstermiş üstün kişi, olağanüstü devrimler gerçekleştirmiş bir inkılâpçı, sömürgecilik ve yayılmacılığa karşı savaşan ilk önder, insan haklarına saygılı, dünya barışının öncüsü, bütün yaşamı boyunca insanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen, eşi olmayan devlet adamı, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu”
Atatürk, seçkin tarihî kişiliğinden kaynaklanan kurtarıcı, kurucu ve inkılâpçı liderliği ile sadece Türk milleti için milli bir kahraman olmakla kalmamış: aynı zamanda, derin bir insan sevgisine dayanan insanlık ideali ve ilham kaynağı eserleri ile bütün dünyada insan haklarının gerçekleşmesine katkıda bulunmak suretiyle, bütün insanlık için de bir onur simgesi olarak insanlık tarihindeki seçkin yerini almıştır. İnsanlar arasında renk, dil, din, ırk ayırımı göstermeyen Atatürk’ün insan sevgisine karşı duyulan diğer etkileyici bir anıyı Mina Urgan “Bir Dinozorun Anıları” adlı kitapta da şöyle anlatmaktadır:
“Cenazeyi (Atatürk’ün) aile dostu bir avukatın Karaköy’de caddeye bakan bürosundan seyrettik. Büro yüksek kaldırımın tam altındaydı. Top arabası görününce ansızın şiddetli bir dolu yağıyormuşçasına (çıt çıt çıt) sesleri geldi oradan. Meğer eskiden basamaklı olan yüksek kaldırımda toplanan Yahudiler dinlerinin yas geleneğine uyarak giysilerinin düğmelerini aynı anda koparmışlar yere atmışlardı. Düşen düğmelerdi o dolu sesini çıkaran.”
Bu anı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusuna hiçbir dini ve milli ayırım yapmadan bağlı olan ve kendini Türk hisseden insanların sevgisinin bir sembolüdür. İşte Atatürk’ün insana verdiği değere karşılık onun insanın verdiği değer. Sonuç olarak; insanlara karşı son derece müşfik ve hoşgörülü olan Atatürk’ün yüreği, millet ve insan sevgisiyle doludur. Onu tanıyanlar her zaman bitmek bilmeyen sabrını, fedakârlığını, insan sevgisini takdir etmiş vemedeni kişiliğini gıpta ile izlemişlerdir.
İnsancıl gaye uğruna kendisini aşabilen her insan kahramandır. Mustafa Kemal Atatürk’te Türk milletinin kahramanıdır.