Öncelikle “ATÜT nedir?” sorusunu cevaplandıralım. Marksist teori, toplumsal üretimin iki ana yoldan geliştiğini söyler. Bunlardan biri Avrupa toplumlarının üretim sistemini açıklayan feodalitedir. Bu üretim tarzının en belirgin özelliği toprak sahibinin olması yani özel mülkiyetin varlığıdır. Toprak sahibi soylular, sahibi oldukları topraklar üzerinde kralın yetkilerine sahiplerdir. Toprak, üzerindeki köylülerle beraber soylulara aittir. Feodalizm denilen bu üretim tipi bugünkü Kapitalizmin temelini oluşturur.

 

Diğer üretim tarzı ise bizim asıl konumuz olan “Asya Tipi Üretim Tarzı”dır. Asya toplumlarında, az önce bahsettiğimiz Feodal üretim tarzından farklı olarak toprak sahibi yoktur. Bu da özel mülkiyetin, dolayısıyla da mirasın ve sermaye birikiminin olmadığı bir toplum sistemini işaret eder. Bu sistemle, toplumun sınıflara ayrılmaması ve feodalitedeki gibi katı bir toplumsal tabakalaşmanın meydana gelmemesi hedeflenmiştir.

 

ATÜT’ün sermaye biriktirme, mülkiyet, yerel yönetimi engelleyen merkezî otorite ve toprağın kimseye ait olamayışı konularında Sosyalizmle benzerlik gösterdiği düşünülebilir. Ancak Karl Marx, ATÜT ve Sosyalizm’i birbirine yakın bulmamıştır.

 

1960’lı yıllarda Marx’ın Asya Tipi Üretim Tarzı, Türkiye’deki sosyalist kesimin gündemine girmiştir. Kemal Tahir’in de içlerinde olduğu birçok entelektüel bu meseleyi tartışmıştır. Osmanlı toplum yapısının özgün oluşu ve Batıya benzemeyişinin yanı sıra Osmanlı Devleti’nin kapitalist sisteme neden geçemediği konuları tartışmaların temelini oluşturmuştur. Konuyla ilgili olarak Sencer Divitçioğlu, bu kavramı az gelişmişlik kapsamında ele alan ilk kitabı 1967 yılında Asya Tipi Üretim Tarzı ve Az Gelişmiş Ülkeler adıyla yayımlamıştır.

 

Kemal Tahir de Avrupa toplumları için geçerli olan üretim tarzının yani Feodalizm’in Asya toplumlarını karşılamadığının farkındaydı. Batının toplum düzeninden farklı bir düzeni olan Asya toplumlarının farklı bir üretim sistemi olacağını düşünüyordu. Dolayısıyla Avrupa toplumuna özgü sistem ve fikirler de Türk toplumuna ters düşecekti. Bununla ilgili olarak üç ayrı konuşmasında “Batı kalıpları bizim yerli meselelerimizi çözemez”, “Batı toplumunun içinden doğan sistem ve fikirler onun bünyesine uygundur”, “Elbise yaptırırken terziye ölçü vermesini biliyoruz da bir sistemi almak istediğimiz zaman sosyal bünyemizin ölçülerini neden aklımıza getirmiyoruz?” demiştir.

 

Stalin’in denetimi nedeniyle Marx’ın sonraları ortaya çıkan “Asya Tipi Üretim Tarzı” fikri Kemal Tahir’in daha çok heyecanlanmasına ve konuyu benimsemesine sebep olmuştur. Çünkü Kemal Tahir, bu fikrin Marx ağzından anlatılmasının daha etkili olacağını düşünmüştür. Böylece Kemal Tahir bu meseleye daha çok sarılmış ve konu hakkında çalışmalar yapmaya başlamıştır.

 

Kemal Tahir, Osmanlı’yı toptan reddetmenin çözüm olmadığını görmüştür. Bahtiyar Aslan “Kemal Tahir, ATÜT, Doğu-Batı ve Yerlilik” adlı yazısında Tahir’in fikirlerini şöyle özetlemiştir: “Altı asırlık bir devletin yıkılırken gösterdiği zaaflarla, yükselirken gösterdiği erdemleri aynı hükme bağlamanın hiç de vicdanî ve aklî bir tutum olmadığını biliyordu. Bu ayrım aslında onun Türk toplumuyla ilgili düşüncelerinin odağında yer alır.” … “ Kemal Tahir, çağdaşlarının aksine imparatorluğun yıkılışına değil, varoluşuna gözünü çevirmiş ve Türk toplumunun dinamiklerini oradan yakalamaya gayret etmiştir.”

 

Kemal Tahir, Bahtiyar Aslan’ın özetlediği bu fikirlerini Devlet Ana romanında ele almıştır. Romanın tezi Tahir’in bu fikirleri üzerinedir. Gazeteye verdiği bir demeçte bizzat kendisi şunları söyler: “Türkiye Batıdakilere hiç benzemeyen bir topluluktur. Anadolu insanı Batılıların geçirdiği tarihsel aşamalara uğramamıştır. Bu sebeple dünya görüşleri, olaylar karşısında davranışları Batılılara benzemeyen insanlarımızın romanı da gerek biçim gerek öz bakımından değişik olmak zorundadır. Tarihinde büyük devletler kurmuş, bunları çağların yaygın toplumsal şartlarını zorlayan üstün yetenekleriyle yaşatmış Türk insanı en ileri batı toplumlarının kişileri kadar derin, geniş, zengin iç dünyalara sahiptir.”

 

 

Kemal Tahir, romanın daha ilk sayfalarında Mavro ve Notüs Gladyüs’ün konuşmalarıyla fikirlerini ortaya koymaya başlar. Kitabın 29. Sayfasında pazar baçının artırılmasından dolayı pazarcıların Ertuğrul Bey’in topraklarına kaymasından Soylu Filatyos’u sorumlu tutan Mavro’ya, Notüs Gladyüs şöyle söyler: “ Soylu Hristiyan hiç suçlu olmaz. Çünkü soylunun soyluluğu gibi, yaptığı da hep Allah’tandır. Pazar baçını artırmaya geldi mi, senyörün keyfinedir. Kimse karışamaz. Kendi toprağında dilediğini yapar. Çünkü toprağı da soylular için yaratmıştır, Allah! Salt toprağı değil, üstündeki köylüyü de bağışlamıştır mal diye, canı çekerse, asar!” Yazının başında anlattığımız feodal düzen Napoli kralının gayri meşru çocuğu, Sen-Jan Şövalyesi Notüs Gladyüs ağzından bu şekilde aktarılır.

 

Mavro’nun saf ve masum şaşırmaları ile konuşma devam ederken, feodal düzen iyice eleştirilir. Mavro, Notüs Gladyüs’ün anlattığı düzeni beğenmeyerek köylünün isyan edip neden kaçmadığını sorar. Notüs Gladyüs bu kez şöyle yanıt verir: “Boynundaki demir tasmayı n’apalım? Üstüne sahibinin arması kazılmış, senin adın, sanın!” Aldığı cevap Mavro’yu ‘dehşete yakın bir korkuya’ düşürür ve tekrar sorar: “ Bildiğimiz it tasması gibi mi, aman Şövalyem ?”

 

Notüs Gladyüs’ten duyduklarıyla hayrete düşen Mavro, bir göçmenden duyup, inanamadığı hadiseyi anlatır: “Sazlıkta rastladım birine… Sordum neden göçtüklerini ? Duraksadı. İnanamadım ! Herifin yalancısıyım… Sizin oraların töresince, evlenecek kızın kızlığı da tekfurunmuş… Yalan değil mi Şövalyem, olmaz böyle şey değil mi ? Kemal Tahir, Mavro’ya anlattırdığı bu hikayeyle konuya üçüncü bir referans daha kazandırarak hem meseleyi daha inandırıcı hâle getiriyor hem de Mavro’nun “Olmaz böyle şey değil mi, Şövalyem?” sorusuyla Mavro’nun feodal düzeni kabullenemeyişini vurguluyor. Mavro’nun bu kabullenemezliğine karşın Notüs Glasyüs’ün cevabıyla mesele daha ileri bir boyuta taşınıyor: “Yalanı yok! Allah’ın emridir. ‘Köylünün canı soylunun’ ne demek ? Geriye kalır mı bir şey ?”

 

Kemal Tahir, kitabın başında feodal sistemi Frenk ağzından verdikten sonra meseleyi bir de Osman Bey cephesiyle ortaya koymayı uygun görüyor. Osman Bey, Frenk düzeninin Asya toplumları üzerinde tutmadığını anlatıyor. Kitabın 190. Sayfasında Şeyh Edebali, doğuyu bırakıp batıya yönelmenin olurunu soruyor. Osman Bey cevabında: “Olur Şeyhim! İstanbul’un Bizans’ı, Frenk’in karanlık dünyasından kopup geldi. Ama oranın kölelik düzenini burada tutturamadı. Tutturamayınca da ‘toprak Allah’ın, İmparator kâhya, köylü kiracı’ demek zorunda kaldı. İmparator’un hür köylüleri, Latin İstanbul’u basıp, alınca Frenk düzeninin nasıl bir bela olduğunu görüp anlamıştır. Bu düzen köylüyü köle etmeye dayanır. Kim ister köle olmayı ? Demek zorlayacaksın aralıksız ! Zorlarken, zorlarken n’olur adam ? İnsanlıktan çıkar ! İşte bu sebepten Frenk adamı, say ki, kuduz canavardır. Kahpedir, kıyıcıdır. Allah’ı maldır, dini imanı soymaktır. Irzı, namusu, utanması, acıması, sözü, yemini hiç yoktur. Bunalırsa insan eti yer, Bizans köylüsü kabul etmez bu rezilliği… Uçlara yerleştirilmiş Hristiyan Türklerse hiç yanaşmazlar köleliğe… ‘suyun akarı’ dediğim, işte budur. Bu yöneliş çok adam istemez ! Kalabalıkları biriktirip, köylünün başına musallat etmek zorunda değilsin. Bu zamana kadar hiç görmediği bilmediği düzeni götürüp Bizans köylüsünü şaşırtıp, ürkütmek de yok ! Köleliğe karşı, Frenk soygununa, zulmüne, ırk düşmanlığına karşı biz hoşgörü, dayanışma, can, ırz, mal güvenliği sağlayacağız. Alın teriyle çalışanlar bizden yana olacak ister istemez…”

 

 

Kemal Tahir, buraya kadar alıntıladığımız yerlerde Frenk düzeninin kötülüğünden bahseder ve Osman Bey’in ağzından da bu düzeni yerer. Kitabın 544. Sayfasına geldiğimizde Sarı Aratos, Osman Bey’in amcası Dündar Bey’in bir mecliste Türk düzeni hakkında söylediklerini aktarıyor: “Türkmen’de ‘pazar bacı’ yoktur, tımar dağıtmak, reâyayı, toprağı deftere yazmak yoktur ve de hazine toplamak gazi töresine sığmaz,” demiş... “Gazilikte, bir elden alınır, öbür elden verilir,” demiş... “Baç almak, defter kalem danışman gâvurluğudur, kitabımızın kavlince küfürdür. Çünkü savaşta alın teriyle elde edilmiş mal değildir, askere haramdır,” demiş... “Çünkü Müslümanlıkta gerek zekât, gerek sadaka yoksulundur. Bey kesesine giremez. Malı parayı gâvur kazanır, Müslüman bulduğu yerde alır, keyfi nasıl isterse yer tüketir. Beyliği mal biriktirmek, hazine peydahlamak yıkar. Çünkü beyi kasıntıya sürer, pintiliğe alıştırır, doğruluktan ayırır,” demiş... “Tarih kitaplarında yazılı... Beyin mal toplaması ülkeye kıtlık düşürür. Nitekim topladığı, sonunda düşmana kalır. Şeriatımızın töresince beye hazine gerekmez!” diye bağırmış...” Tahir, bu kısımda tam olarak Asya Tipi Üretim Tarzı’nı anlatıyor. Fikirlerini yine diyaloglar aracılığı ile vermeyi uygun buluyor.

 

 

Yine kitapta, Orhan Bey’in Lotüs ile at sırtında yaptıkları konuşmada, Orhan Bey, Lotüs’e Türk adetinde drahoma olmadığı, aksine kız alınırken ‘başlık’ verildiğini söyler ve başlık olarak neler verildiğini anlatır. Lotüs sorar:

 

“ -Toprak?..

 

Orhan Bey hemen telaşlandı. Kelimeleri arayarak karşılık verdi:

 

-Toprak bağışlanmaz bizde, kız karşılığında... Toprak beyin malı değildir çünkü...

 

-Ya kimindir?

 

-Allah’ın...” (syf.467) Görüldüğü gibi burada da net bir şekilde ATÜT’ün temel özelliklerinden toprağın Allah’a ait oluşu bir kez daha tekrarlanıyor.

 

Sonuç olarak, Kemal Tahir’in Devlet Ana’sı tezli bir romandır ve yazarın birçok mecrada dile getirdiği ATÜT fikrini ortaya koymaktadır. Asya Tipi Üretim Tarzı’nın Türk tarihini karşılayıp karşılamadığı ise başka bir tartışmanın konusudur ve hakkında birçok düşünürün yazısı bulunmaktadır.

1968 © Uçak Teknisyenleri Derneği