İnsanların çoğunun düşünmeden yaşadığı bir çağdayız. Oturup düşününce bunun insana acı vermemesi şaşırtıcı. Diğer bir yandan da ne kadar normal… İzlediğimiz, dinlediğimiz ve takip ettiğimiz birçok şey bizi düşünmeden yaşamamız gerektiğine inandırmaya çalışıyor. Bir film izliyoruz örneğin. Gözlüklü, çalışkan, disiplinli ve kuralları olan gence diğer ‘eğlenceli’ genç; “ipler her zaman senin elinde olmak zorunda mı? Bu kadar düşünmeyi bırak ve zevk al” diyor. Biz de hemen bırakıyoruz bu sıkıcı eylemi ve zevk almaya başlıyoruz.

 

Oysa düşünmek biraz yoran, biraz sıkan, biraz üzen bir eylem olsa da bilincimizin karanlıklarını aydınlatabilecek en temel şey değil mi? İnsanı genetiği aynı olan hayvandan ayıran en temel şey aklı diye öğretmiştiler bize. İşte bu aklı kullanmayıp düşünmezsek, insanlığımızdan kaybedeceğiz. Kapitalizmin hâkim olduğu bu çağ yalnızca zevk almaya ve eğlenmeye odaklı hedonist bireyler olmamızı tabii ki çok istiyor. Ama düşünmeyince bunun da farkında olmuyoruz. Tüketime dayalı olan bu sistem senden sürekli bir şeyleri tüketmeni ister. Bunlardan biri de duygularımız oluyor. Hissetmeden yaşadığımızı fark etmiyoruz bile çoğu zaman.

 

Uzun bir eğitim hayatının sonunda iş bulamayınca, boşluğa düştüğüm zamanlar olmuştu. Çalışmak istiyordum çünkü yataktan çıkabilmek için bir nedeni olmalı insanın diyordum. O gün yataktan çıkmış olmamın bir şeyleri değiştirmesini, bir şeyleri farklı kılmasını istiyordum. Ama bu sıradan bir iş bulup para kazanmaktan farklı bir istekti. Köleleşmek istemiyordum ancak insanların köleleşmelerini gördükçe soğuyordum. Sonra fark ettim ki seni özgür kılan yahut köleleştiren şey düşüncenden başka bir şey değil. Örneğin bir öğretmen evinden çıktığında mesaimi yapayım maaşımı alayım diye düşünüyorsa köleleşmeye başlamıştır. İşi yalnızca maddi kazanç getiren ve manevi doyum sağlayamayacak bir hâl almıştır. Oysa o gün bir sınıf dolusu çocuğa bugüne dek bilmedikleri şeyler öğreteceğini düşünerek evden çıksa ve evine geldiğinde sabah karşılaştığı çocuklarla akşam vedalaştığı çocukların artık onun sayesinde farklı olduklarını düşünse; hem manevi kazanç sağladığı bir işi olacak hem de böyle düşündüğü için yaptığı işten sıkılmayıp heyecanını taze tutacaktır.

 

 

Öğretmenlik kolay bir örnek diyorsanız kafanızda örnekleri çoğaltabilirsiniz. Örneğin bir pilot ya da uçak teknisyeni de şöyle düşünmeli; “Bugün benim sayemde insanlar sevdiklerine kavuştu veya evlerine vardı.” O zaman düşünceni değiştirdiğin anda işinin de değiştiğini fark edecektir insan. Yaptığın işin kimlerin hayatına dokunduğunu düşününce güzelleşiyor işin. Bir yapbozun küçücük parçası herkes. Kendi halinde engebeleri, girinti-çıkıntıları var. Ancak bunlar seni büyük resmi oluşturan parçalar yaptığında anlam kazanıyorsun. İnsanların hayatlarına, kalplerine değdiğinde yaşamak anlam kazanıyor.

 

Günlük hayatın koşturmasında bunları düşünemiyoruz oysa. Çünkü hep koşmanı istiyorlar. Her şey hızla olsun bitsin istiyorlar. Düşünmeden görevini yerine getir istiyorlar. Doğar doğmaz konuşmanı, yürümeni, öğrenmeni sonra daha hızlı koşmanı istiyorlar. Okulu bitir hızlıca. İşini bul ve evlen. Çocuk sahibi ol. Para kazan. Para harca… Sistem seni tıkırında işleyen bir çarka dönüştürüp kendisine hizmet etmeni sağlıyor. Her şey hızlı çünkü hız, düşünmeni zorlaştırıyor. Oysa biraz durmalı, durulmalı, düşünmeli, etrafına bakmalı, insanların, doğanın farkına varmalı.

 

Sait Faik Abasıyanık “Stelyanos Hrisopulos Gemisi” adlı hikayesinde tüm bunları şöyle özetlemiş:

 

“Fakat toprağın üstünde koşan, onun üstünde beş on para kazanmak kaygısıyla dönüp dolaşan insanlar ne tuhaf mahluklardı. Ve denize bir dakika durup bakmaya vakitleri olmadığını söyleyen bu insanlar ne zevksiz mahluklardı.”

 

1968 © Uçak Teknisyenleri Derneği