Thumbnail
  • 15.01.2019

 

M. ERCAN DUYAR: MESLEKİ BAŞARININ TEK ŞARTI, SEVGİ...
1984-1986 yılları arasında UTED Başkanlığı da yapan Mehmet Ercan Duyar, 20 yıl hizmet ettiği THY’den 1991 yılında emekliye ayrılmış. Duyar teknisyen arkadaşlarına işlerini severek yapmaları tavsiyesinde bulunurken eskiden yaptıkları işin daha tatmin edici olduğunu da eklemeden edemiyor; “Eski dönem daha tatminkârdı. Çünkü bizzat işin içindesiniz. Teşhisi siz koyuyorsunuz. Sizden önce birkaç kişi bakmış, tespiti yapamamış, sorunu giderememiş, görememiş. Siz gidiyorsunuz, bakıyorsunuz ve sorunu bulup gideriyorsunuz. Bunun hazzı başka bir şey!

 

Ercan Bey, öncelikle bize kendinizi kısaca tanıtır mısınız, Mehmet Ercan Duyar kimdir?

1942 Ankara doğumluyum. Ankara 1. Erkek Sanat Enstitüsü mezunuyum. 1961 yılında mezun olduktan sonra Devlet Su İşleri’nde (DSİ) işe başladım; 1964 yılına kadar makine ikmalde çalıştım. Oradan askere gittim. Askerliği bitirdikten sonra, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda çalışmaya başladım. Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda 1965 yılının sonu gibi gemi yapımında iş başı yaptım. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Necdet Vural Paşa, çok aktif bir kişiydi. Türkiye’nin kendi gemilerini yapması için çaba gösteren, inanmış bir askerdi. Sonrasında emekli oldu, Roma’ya gitti ateşe olarak. Ondan sonra gelenler gemi inşasına ilgi göstermediler. Onun zamanında 4 tane muhrip yapıldı. Güzel işler yaptık, cep denizaltıları, muhripler, o zaman Türkiye’nin en büyük taşıma gemisi olan Amiral Sadık Altıncan’ı yaptık. Necdet Paşa gidince ilgilenilmedi ve atıl duruma gelindi. Çok iyi paralar alıyordum o tarihlerde, 2 bin 500 lira maaş alıyordum. İşler yürümeyince, o parayı almak içime sinmedi. 1971 yılının sonu gibi THY’ye müracaat ettim, imtihana girdim. Sınavı birincilikle kazanınca işe başladım. 

1

THY sınavını kazanınca İstanbul’a taşındınız… 

Gemi inşasında çalıştığım dönem Ankara’da kalıyordum, fakat bir ayağım Gölcük’te, bir ayağım da Kasımpaşa’daki tersanedeydi. Hem proje çiziyorduk, hem de gelip bire bir nezaret ediyorduk. Dediğim gibi o iş olmayınca, bir annem vardı zaten aldım İstanbul’a geldik. 

 

1971’de işe başladığınızda eğitim sürecini nasıl geçirdiniz? 

Bir seneye yakın genel eğitimlerimiz oldu. İşi bilenlerin yanında yardımcı gibi bir durum vardı. Kurslar açıldı, sırasıyla kurslara gittik. Dizinany 707 vardı o zaman, Disdain vardı. Onların kurslarını gördük. Ondan sonra teknisyen olduk. O zaman teknisyenlik güzeldi, cazip bir meslekti. Önce genel eğitime tabi tutulduk, daha sonra tip eğitimi aldık. 

Bizim işimiz tamir etmektir. Doktor insan sıkıntısını nasıl gideriyorsa, bizler de uçakların doktoruyduk. Pilot, baş gösteren bir arızayı anlattığında, o arızayı bulmak ve gidermek büyük bir haz veriyordu.

DSİ, Deniz Kuvvetleri, sonrası THY’ye geçmek nasıl bir etki yarattı sizde, o zamanın atmosferini biraz anlatır mısınız? 

O zaman tabii çok küçük bir topluluktan bahsediyoruz. O zaman THY filosunda 3 adet Viscount, 7 adet F-27, 8 adet DC-9-30, 1 adet DC-9-10 ve 3 adet de B-707 jet uçağı olmak üzere toplam 22 uçak bulunuyordu. Yıl 1971. 1972’de filoya 2 adet DC-10 uçağının katılmasının ardından büyümesini sürdürdü. Bizler de bu güzide kurumun bir parçası olarak, elimizden gelen gayreti gösterdik ve bugün THY hepimizin gurur duyduğu bir kurum. 

Farklı bir soru sormak istiyorum size havalimanında çalışıyorsunuz, servis vs. var mıydı, nasıl işe gidiyordunuz? 

Ulaşım zordu tabii o zaman. THY personel alırken “Nerede oturuyorsunuz. Havaalanına yakın mısınız?” diye sorardı. Yeşilköy, Bakırköy, Bahçelievler, Şirinevler gibi yerlerde oturuyorsanız, puan olarak avantajlı oluyordunuz. Ehliyet sahibi olmak da avantajdı. Ben Bahçelievler’de oturuyordum. O zaman zorlukları vardı, ekseriyet yemeğimizi kendimiz götürüyorduk. Bir tane servis vardı, servisi kaçırsan Çobançeşme’de inip yürümek zorunda kalıyorduk. O zaman Yenibosna’da tek tük evler vardı. Kar filan yağdı mı korkudan gidemezdik, öyle bir durumdu. Topkapı’dan bir servis kalkıyordu, Bahçelievler’den geçip geliyordu; Yeşilköy’den bir servis vardı. Trenle Yeşilköy’e kadar gelenleri alıyordu. İki tane servis vardı.

2

Sizler mekanik uçaklar için eğitim aldınız, daha sonra elektronik geçişle birlikte ne tür zorluklar yaşadınız?

Eğitimler de gittikçe kaliteleşti. İlk başlarda biraz da usta-çırak ilişkisi vardı. İlk zamanlar lisan düzeyiniz normal seviyelerde olsa dahi idare edebiliyorduk. Daha sonraki dönemlerde dili iyi bilmek gerekiyordu. O bakımdan İngilizcesi iyi olmayan arkadaşlar çok büyük sıkıntılar yaşadılar. Bakım kitapları var, hiçbiri Türkçe’ye çevrilmedi. Az İngilizce ile bile anlamak mümkündü. Elektronik dönemin başlaması ile birlikte bu bakım kitaplarının da kapsamı değişmeye başladı. Bu da artık yeni bir dönemin başladığını gösteriyordu. Mesleği elektronik olanlar dahi bocalama yaşadı diyebilirim. Ama çok çabuk atlatıldı, arkadaşlarımız kendilerini çabucak adapte edebildiler. Bizim zamanımızda uçakların büyük bölümü mekanikti. Yüzde 10 elektrik-elektronik uçaklardı. Airbus ile birlikte her şey çok çabuk değişmeye başladı. Artık elektronik döneme geçildi. Kokpitteki göstergelerin tamamı elektrik alıyordu, fakat hepsi görseldi. Airbus ile birlikte tüm göstergeler dijital olmaya başladı. Hatta pilotlar uzun zaman sıkıntı da çektiler. Bir ara Hollanda’dan F-27 uçaklar geldi. Pervaneli uçaklardı. İngiliz motorları vardı, üstünde. Sıkıntılı uçaklardı, çok kaza yaptılar. En son THY onları başından atıp, kurtuldu. B-707 aldı, çok iyi uçaklardı.

B-707’leri biraz anlatır mısınız? O zaman sizde büyük etkisi olmuş sanırım…

Çok harika uçaklardı, mekanik harikası uçaklardı. Sonra o uçakları modifiye ettiler. Awacs uçağı olarak bilinen E-3 Sntry modifiye edilmiş Boeing 707 modelidir. Türk Hava Kuvvetleri’nde hala bulunduğunu biliyorum. Onların iki tanesini biz Awacs’a çevirdik. Birinci Awacs projesinde çalıştım o zaman.

80’lerde THY’nin durumu, sizlerin çalışma koşulları nasıldı, o yıllardan biraz bahseder misiniz?

THY her geçen gün gelişen, büyüyen ve uçuş noktalarını artıran bir kurum olarak göze çarpıyordu. 1982’de 27 uçağı vardı. 1983’te uçak sayısı 30 olmuş, personel sayısı 6 bin civarlarına ulaşmıştı. 1985 yılında 4 tane Airbus A310’un filoya katılmasıyla birlikte Uzakdoğu ve okyanus aşırı seferlere başladı. Turgut Özal’ın iktidarıyla birlikte THY’de da bir değişim başlıyor sanırım, anlattıklarınız onun dönemine tekabül ediyor? Özal’ın faydası oldu tabii. Turgut Özal’ı uçuran pilotun ismi şu an aklıma gelmiyor. Bir sefer esnasında uçağı elektrik almıyor. Göstergelerin hiçbiri çalışmıyor. Yalova üzerindeyken dönüyor, Yeşilköy’e acil iniş yaptı. O zaman bize haber geldi, tabii bir telaş başladı. Hazırlıklar filan yapıldı. Bu durum Özal’ı çok etkiliyor. Pilotun mahareti, teknisyenlerin becerisi vesaire Özal’ı etkileyince, bu alana yönelik çalışmalar yaparak önemli değişiklikler yapıldı. Maaşlarda iyileştirmeler yaptı. A310-300’ler, Boeing 737’ler filan 1991’lerin başında gelmeye başladı. THY, dünya ile paralel bir şekilde gelişmesini sürdürdü.

3

THY’de ne kadar çalıştınız?

20 yıl kadar çalıştım, 1991 yılının temmuz ayında emekliye ayrıldım. Sosyal yanım çok ağırdı. Yapıştırıcı tutkal gibi yönüm vardı. Teknik müdür, teknik başkan çok saygı duyarlardı bana.

Emekli olduktan sonra da çalışmaya devam etmişsiniz, nerelerde çalıştınız?

Green Air’de çalışmaya başladım. Ali Şen’in şirketi idi, Rus ortaklığı vardı. Yurt içinde uçuyordu, bazen Rusya’ya da seferleri oluyordu. Yaklaşık iki yıl çalıştım Green Air’de. Air Group diye bir firma vardı, ona geçtim. Bir süre sonra da Albatross Air firmasına geçtim, yaklaşık üç yıl gibi de orada çalıştım. Kapanınca bir süre boşta kaldım. Sonra Foxflight’a geçtim. Oradan da kendi isteğimle ayrıldım. Artık vücut götürmüyordu. Dolayısıyla tam anlamıyla 2002 yılında emekliliğe ayrılmış oldum…

2002 yılı sonrasında çalışma hayatını bırakınca neler yaptınız, vaktinizi nasıl geçiriyorsunuz?

Bazı sağlık problemlerim oldu, onlarla uğraştım. Şimdi de sakin bir hayat sürüyorum, kitap okuyorum. Bol bol yürüyüş yapıyorum, günlük yaşamın gereklerini yerine getirmeye çalışıyorum. Sağlık problemlerim baş göstermeden önce yeğenimin araba tamirhanesi vardı, hobi olarak onun yerine takılıyordum. Keyif aldığım bir işti. Kafama göre takılıyordum. Sorun olan bir şeyi tamir etmek, onu yeniden çalışır duruma getirmek keyif veriyordu. Bir süre arabalara olan ilgimi de o şekilde, tatmin ettim diyebilirim. Bizim işimiz tamir etmektir. Doktor insan sıkıntısını nasıl gideriyorsa, bizler de uçakların doktoruyduk. Pilot, baş gösteren bir arızayı anlattığında, o arızayı bulmak ve gidermek büyük bir haz veriyordu. Şimdiki gibi değildi, şimdi bırakın uçakları arabalar dahi arızalarını kendileri söylüyor. Ama mekanik dönemde öyle değildi, maharet isteyen bir iş vardı. Birkaç kişi uğraşmış, bir sıkıntıyı giderememiş siz gidiyorsunuz, o sıkıntıyı buluyorsunuz ve gideriyorsunuz. Gururunuz okşanıyor, gurur duyuyorsunuz, mutlu oluyorsunuz. Şimdiki uçaklar parça numarasına kadar her şeyi söylüyor, size onu getirip yerine takmak kalıyor. İşler çok kolaylaştı aslında.

Yaptığımız söyleşilerden anlıyorum ki, eskiden işinizin hazzı çok daha fazlaymış, doğru mu?

Eski dönem daha tatminkârdı. Çünkü bizzat işin içindesiniz. Teşhisi sen koyuyorsun. Mesela daha soyunmadan, şef diyor ki “Şöyle bir arıza var git bir bak”. Aslında sizden önce birkaç kişi bakmış, tespiti yapamamış, sorunu giderememiş, görememiş vs. Siz gidiyorsunuz, bakıyorsunuz ve sorunu bulup gideriyorsunuz. Bunun hazzı başka bir şey! Eskiden pilot deftere yazıyordu, şimdi o da yok. Gidip ekrana bakıyorsun, her şey orada yazılı. Gidip onu değiştirmek veyahut tamir etmek kalıyor. “Bunu herkes yapabilir” diyorsunuz. İşin erbabı olmayı gerektiren bir durum vardı kısacası…

4

Böyle bir anınız varsa bizimle paylaşır mısınız?

Uçakta iki çeşit motor vardır. Bir uçağı uçuran jet motorlar, bir de uçağa elektrik ve hava sağlayan yardımcı motor vardır. Bir keresinde şef bana dedi ki, “Bir bak uçağın elektrik ve hava sağlayan motoru çalışmıyor.” Önceki postadan arkadaşlar bakmış, başka da bakan olmuş, fakat giderilememiş. Gittim etrafı dolaştım. Baktım, motoru çalıştırdım yok çalışmıyor. Yağ basıncı olmazsa çalışmaz! Yakıta yol vermiyor. Baktım yağ basıncı hiç yok! Elektrik arızası değil. Arabalardaki gibi bir yağ çubuğu var, çıkardım çubuğu kupkuru. Yağ yok! Normal şartlarda yağ eksildiğinde yarım veya bir kutu yağ koyarsınız. Bir kuart koydum yok, bir kuart daha koydum yok. Üç buçuk kuart yağ aldı ancak kendine geldi. Aradım şefi “Tamam!” dedim. Şef geldi “Hayrola! Kaç adam geldi çalıştıramadı, neyi var?” dedi. “Yağı bitmiş!” dedim. O zaman böyle durumlar yaşanıyordu, ilginç bir anıdır benim için tabii. Yani gelen arkadaşların aklına gelmemiş yağa bakmak. Diğer şeylere bakıyorlar, sorun yok oysa yağı bitmiş… Aslında çok basit bir şey ama onu idrak etmek mesele, ustalık da oradan geliyor.

Pratik zekâ gerekiyor yani?

Pratik zekâ gerektiriyor, o da bende çok fazlaydı (gülüyor). Sorunlu işlerin bana geldiği çok olmuştur haliyle. Bir defasında da Boeing 707’lerle Suudi Arabistan’a et taşınıyor. Dediler “Çabuk bir bak! Uçak kalkmazsa 40 ton et bozulacak!” Birkaç saatlik durumlar yani. Adam ağlıyor, “Bu et uçmazsa ben öldüm!” diyor da başka bir şey demiyor. “Sermaye, servet bu et” diyor. 40 ton et, düşünün. Uçağın ana kargo kapısı var, kapanmıyor. 2,5 metre civarı boyu, 2 metre eni bir kapı. Hidrolik basınç gitmediği için kapı kapanmıyor. Gittik baktık. Ali diye bir arkadaş vardı. Ali dediğim arkadaş da pehlivan gibi, iri yarı bir arkadaşımız. Ali’ye “Şu valfın orayı anahtarla sıkıştır” dedim. O da parmağıyla tutmuş. Tazik verdim barbar bağırıyor. Lakabım ‘müdür’dü. Bana ‘Müdür müdür! Kapatma parmağımı kıracak!’ dedi. “Ben sana demedim mi anahtarla sıkıştır diye, kırılsın parmağın!” dedim. Bir pislik varmış. Tazik verince o pislik gidiyor tabii, kapı kapandı. Böylece adamın 40 ton eti de kurtulmuş oldu… Sonra bir baktık iki tane koyun getirmiş adam. Sonra bir koyun daha...Cumartesi günü piknik yaptık koyunları arkadaşlarla kuzu çevirme yapıp yedik.

6

1984-86 yılları arasında UTED Başkanlığı da yaptınız, biraz o dönemden de bahsedelim isterseniz?

Benim DSİ’de olsun, Deniz Kuvvetleri’nde olsun tecrübem fazlaydı. Çevrem de çok genişti. Büyük değişiklikler getirdim, önce bir sekreter tuttum. Bu sekreter tutma olayı bile olay olmuştu o zaman. İngilizce kurs açtım dernekte. Hatta kursu veren kız İngiliz’di genç arkadaşlarımızdan biriyle anlaştılar, evlendiler İngiltere’ye gittiler. Dernek olarak THY’nin yapması gereken işleri, biz yapmaya başladık. THY kalktı teknisyenler için İngilizce kurs vermek için sınıf açtı. Bizimkiler oralı olmadı, daha çok pilotlar faydalandı.

Teknisyen arkadaşlarınızın daha iyi şartlarda çalışması için derneğin gücünü kullanmaya başladınız öyle mi?

Tabii… Raporlar yazdım THY’ye. Sivil havacılık gelişiyor, bir değil birçok firma açılacak. Bunun kaynağı ne olacak elbette THY olacak. Teknisyeni nasıl alacaklar, 3 alıyorsa 5 verecek ve alacaklar. “THY boşalacak” dedim, “Bu verilen kurslara mecburi hizmet koyun, ücretleri cazip hale getirin” dedim. İlgili kurum ve kuruluşlara bu raporu gönderdim. Bu raporlar ses getirdi, bazı isteklerimizi yerinde görüp uyguladılar, bir kısmını boşladılar. Sonrasında İstanbul Havayolları açıldı ve 35 kişiyi THY’den transfer ettiler. Sonra başka firmalar kuruldu, oralara da hep THY’den arkadaşlar gitti. Yazdığım raporlardan bıkmıştı artık THY yönetimi (gülüyor). Yani kısacası, dernek başkanlığı yaptığım süre içerisinde gördüğümüz eksiklikleri, olması gerekenleri bir bir rapor halinde yönetime bildirerek; UTED’i yol gösterici bir işleve de kavuşturmuş olduk. Teknisyen arkadaşlarımızın daha iyi koşullarda çalışmaları için gördüğümüz eksiklikleri bildirdik, bunların iyileştirilmelerini sağladık. Çalışma koşulları olsun, teçhizat eksiklikleri olsun, malzeme eksiklikleri olsun hangi alanda ne eksik gördüysek bunları UTED’in gücüyle yönetime bildirdik ve olumlu sonuçlar da aldık. Yaptığımız tüm işler hem teknisyen arkadaşlarımızın menfaatine hem de idari bölümde bulunanların menfaatine işlerdi.

Halihazırda bu işin içinde olan meslektaşlarınıza ve genç teknisyenlere yönelik bir mesajınızı da almak isteriz?

Tüm işler için geçerli ama teknisyenlik işi için daha geçerli, bu işi yapan arkadaşların severek yapması çok önemli. Severek yapacak olanlar başarılı olacaktır. Bizim zamanımızda bir laf vardı, şimdi kullanılıyor mu bilmiyorum “Küçük bir hata büyük kan getirir” diye. Karayollarında yılda binlerce insan ölüyor, pek de gündeme gelmez; fakat bizim işte bir kaza olduğundu toplu ölüm olduğu için büyük ses getiriyor, yer yerinden oynuyor. Onun için hata yapmamak için, bilgili olmak lazım, devamlı okuyup çalışmak gerekiyor. İyi lisan öğrenecekler ve kendilerini iyi yetiştirecekler. Severek tüm bunları yerine getirenlerin başarılı olamaması için hiçbir neden yok.

6

Son olarak eklemek istediğiniz bir şey varsa buyurun?

Çok teşekkür ediyorum, tüm arkadaşlara sevgilerimi sunuyorum. Başarılar diliyorum…

 

1968 © Uçak Teknisyenleri Derneği