Disneyland’ı bilir misiniz bilmem ama adeta Disneyland’ın simgesi haline gelmiş olan o meşhur uyuyan güzelin şatosunu hemen hemen herkes bilir. Bu bir hayal sembolüdür. Ancak bunu gerçek yaşamdaki yeri adeta Prag’da can buluyormuş meğer. Onu da gidince anladım. Evet, gitmeye hiçbir zaman öncelik vermediğim bir kentti Prag. Gözümde hep bir ortaçağ kenti olarak canlandırmıştım. Oysa daha uçağım Vaclav Havel havaalanına inişe geçtiğinde gözlerim sapsarı papatyalar ve uçsuz bucaksız yeşilliklerden kamaşmaya başlamıştı. Ben böylesine geniş bir alanda böyle bir renk cümbüşü hiç görmemiştim. İşte Prag ile ilgili ilk izlenimim ve kente ilk adım atışım, tanışmam böyle oldu.

 

İstanbul’dan Pegasus Havayollarının uçağı ile gittiğim Prag’a, yaklaşık 2 saat 20 dakikalık bir uçuştan sonra ulaşabiliyorsunuz. Oldukça rahat bir uçuşla artık Prag’daydım.

 

Havaalanından şehir merkezi yaklaşık 25-30 dakika sürüyor. Otelim ise kent merkezinde şık bir otel idi. Böylelikle kentin her yerine ulaşabilecektim.

 

Prag şehri için o kadar çok şey söyleniyor ki anımsa­yabildiklerim şöyle: Masal Şehri, Ortaçağ Kenti, Gotik Kent, Altın Şehir, Kafka’nın Kenti, Romantik Şehir, Kasvetli Kent. Hatta Hitler’in İkinci Dünya Savaşında bu kenti bombalamaya kıyamadığına dair bir de rivayet söyleniyor. Ne derlerse desinler herkesin anlaştığı nokta ise bence bu kentin çok güzel ve çok romantik olduğu yönünde.

Şehrin tam ortasından Vitava nehrinin geçtiği, diğer Avrupa kentleri gibi birçok köprünün yer aldığı klasik bir puslu kent burası.

Prag öyle bir şehir ki her yere yürüyerek ulaşabili­yorsunuz, geziyorsunuz ama hiç yorulmuyorsunuz. Çünkü yollar dümdüz ve çok rahat. Para birimi Koru­na. Avrupa Birliği üyesi olmasına rağmen Koruna’yı kullanıyorlar. Ama tabi ki dolar ve euro da kullanılıyor.

Tarihi dokuyu koruyan ve adım başı tarihi eserlere rastlayacağınız kentler için kullanılan bir deyim vardır. Burası da o deyime uyan bir kent: “Açıkhava Müze­si’’. Gerçekten de o kadar çok tarihi gezilecek yer var ki anlatamam. Sıralıyım; Charles Bridge (Charles Köprüsü), Astronomik Saat, Ulusal Müze, Tyn Kilisesi, Prag Kalesi, St Vitus Katedrali, Kafka Müzesi, John Lenon Duvarı, Dans Eden Ev, Yahudi Mahallesi, İlk akla gelenler.

 

1992 yılından beri Prag’ın tarihi merkezi (Old Town) Unesco’nun Dünya Mirasları listesinde yer alıyor. Şehir eski ve yeni kent merkezi olmak üzere iki kısma ayrılıyor. Yazımın başlığını Bir Ortaçağ Masalı olarak koydum. Bunun nedeni buranın ortaçağın başkenti olmayı hak eden bir kent olmasından kaynaklanıyor bence. Nedenine gelince İkinci Dünya Savaşını geçir­miş olmasına rağmen yıkım görmediği için olduğu gibi korunmuş. Üstelik de adeta bir masalın içinde dolaşıyormuşsunuz hissini veren bir kent burası.

Prag ile özdeşleşmiş bir yer var o da ünlü astrono­mik saat.12 saat dilimini ve 12 burcu gösteren saat ay ve güneşin hareketlerini de gösteriyor. Eski tarihi meydanda bulunan saat 14. yüzyılda yapılmış. Tam bir tarih yani. Saatle ilgili dilden dile dolaşan bir rivayet var: Saatin yapıcısı Charles Üniversitesi Profesörlerinden Hanuş Usta. Hanuş Ustanın gözleri kral tarafından kör edilmiş. Bunun nedeni saati yaptıktan sonra kraldan bile ünlü olması deniliyor. Ya da bir başka rivayet de bu saatin bir aynısını başka bir yere yapmasın diye gözleri kör edilmiş.

 

Gelelim saatin özelliklerine, İlk bakışta dikkati çeken şey şu, saatin sağ ve solunda 4 adet kukla bulunu­yor. Bu kuklaların üzerinde de 12 havari kuklası bir seremoni ile teker teker geçit yapıyor. Ölüm figürünün çanı çalması ile şov başlıyor ve horoz ötüşü ile bitiyor. Burada verilmek istenen mesaj şu: Herkes bir gün geldiği yere dönecek. Elbet bir gün ölecek ve toprakla buluşacak. Ölüm, açgözlülük, kibir ve eğlence gibi dört tehdidi temsil eden bu dört kukla her saat başı gösteri yapıyorlar. Prag’ın kalbi can damarı işte bu saat. Yine de bana sorarsalar ve Prag’da en çok etkilendiğin yer neresidir, deseler 14. yüzyılda yapılmış olan Charles Köprüsü derim. 516 m uzunluğunda ve kral 4. Karl tarafından yaptırıldığı için bu ismi taşıyor. Trafiğe kapalı olan köprüde 30 adet din adamının heykeli var. Köp­rünün üzeri bence tam bir şenlik yeri; son derecede Bohem ve ressamlar, sanatçılar, müzisyenler burada sanatlarını sergiliyorlar. En güzel ve etkileyici şeylerden birisi de köprünün altından akan Vitava nehrinin sesini dinleyebilmeniz. Nehrin üzerine bir set yapmışlar o setten aşağıya dökülen suyun sesi adeta bir çağlayan şırıltısı olarak kulaklarınıza geliyor. Bir de etkileyici manzara. İşte Prag bu noktada en güzel görüntüsüne ulaşıyor.

 

 

Prag’ın önemli bir simgesi de tam 600 yılda tamam­landığı söylenilen Azizi Vitus Katedrali. Burası gotik tarzda yapılmış olup, Prag krallarının mezar yeri olarak kullanılıyor.

Prag Kalesi, dünyanın en büyük antik kalesi burası. 9. yüzyılda yapılmış olan kale günümüzde Çek Cumhuri­yetinin Devlet Başkanlığı Sarayı olarak kullanılıyor.

Çeklerin çok önem verdiği bir de değişik bir mimarisi olan yapıt var. Adı: Dans eden ev. Burası bir Hollandalı sigorta şirketi olan Nationale Nederland’ın Prag’da inşa ettirdiği bina. Değişik ve etkileyici gerçekten.

 

Prag kentini tasvir etmek için kullanılan bir kilise vardır. Adı Tyn Kilisesi olan bu yapı Gotik tarzda yapıl­mış olup 80 m yüksekliğinde ve görkemli ikiz kuleye sahip olan yegâne bina durumundadır. Bence kilisenin özgünlüğünü tamamen bu ikiz kuleler oluşturmak­ta.14. yüzyılda yapılmış olan kilisede ünlü astronom Tycho de Brahe’nin portresinin yer aldığı bir de türbe bulunuyor.

 

 

Prag’da oldukça ünlü bir de Yahudi Mahallesi bulu­nuyor. Vitava nehri ile eski şehir meydanı arasındaki bölgede yer alıyor. Burada bulunan Yahudiler toplama kampına gönderilmiş. Ancak mahalle olduğu gibi bıra­kılmış. Burası oldukça fazla turist çeken bir bölge.

Gelelim Çek mutfağına, Trdelnik denilen bir nefis, güzeli değişik ve çok hafif tatlıları var. Kek gibi bir hamuru tarçın, ceviz ve şekere bulayıp kızgın şişlere geçiriyorlar. Odun ateşinde pişiriyorlar. Adeta bir krep gibi ister sade ister reçel ya da çikolata ezmesi ile yiyebiliyorsunuz. Tadı harika. Ayrıca yine ünlü Gulaş denilen salçalı kuşbaşı etleri çok lezzetli. Şnitzel ya da gulaş çorbası ve de bol bol pizza, makarna. Yanında da ünlü çek birası.

Prag ile özdeşleşmiş bazı ünlü isimler de var. Ünlü yazar Kafka da onlardan biri. 1883’de Prag’da doğmuş olan Kafka’nın acılarla dolu yaşamında bu kentin yeri çok büyük. Eserlerinden birinde şöyle der: “Prag sizi asla bırakmaz. Bu tatlı küçük ananın çok güçlü pençeleri vardır.” Aslında hem nefret ettiğini söylediği ama uzak kalamadığı bir kenttir onun için Prag. Nefret etmesine sebep olan şeylerse, özellikle despot bir baba ile olan ilişkisi, sevmediği bir işte memur olarak çalışması söylenebilir. Bu durumdan kurtulmanın yolunu da, kurtuluşu da, yazı yazmakta bulduğunu her fırsatta belirttiğini görürüz. Prag’da hemen hemen her yerde bir Kafka evi mevcut. Sayacak olursak, Doğduğu ev, 6 yaşında taşındığı ev, 9 yaşında yaşadığı ev, baba­sının dükkânı ve böylece sürüp gidiyor.

 

Prag’da Nazım Hikmet’ten de izler var. Yazarla öz­deşleşmiş ünlü Cafe De Slavia bunun başında geliyor. 1956-1958 yılları arasında Prag’da yaşamış olan Nazım Hikmet’in resmi kafenin duvarında yer alıyor. 1881’den beri hizmet veren bu tarihi kafede Nazım’ı düşünerek bir çay içip canlı piyanoyu dinledim. Ve ben bu Prag’ı çok sevdiğimi hissettim.

Prag ile özdeşleşen bir sözcük de buranın bir hüzün kenti olduğu. Hüzünlü bir kent gerçekten nedenine gelince bir kere çok durgun, düşündürücü ve gri bir kent burası. Ama asıl hüzün bence vatanından uzakta burada yaşamış olan Nazım Hikmet’in şu dizelerinde; Onun Prag’da yazdığı şu satırlarla yazımı sonlandırıyo­rum sizi bu güzelim Ortaçağ masalını yaşamak üzere Prag’a davet ediyorum.

 

Şair memleketten uzak,

Hasretten delik deşik,

Eski kentte duruyordu,

Meydanlıkta yapayalnız…

Nazım

 

1968 © Uçak Teknisyenleri Derneği